Büyük Göç'ün en iyi gözlemlendiği yer olan Serengeti'de bu muhteşem doğa şovunun bir parçasına tanıklık ettiğimizi söyleyerek bu yazıya başlamak isterim. Göçe katılan hayvanlar sadece gunular, zebralar ve impalaların bir türüymüş. Toplam gunu nüfusu ise 1,6 milyonmuş. Sanırım Serengeti'nin düzlüklerinde, muhteşem bir düzen içerisinde 1 milyonunu falan görmüş olabiliriz! Tamam, belki abartıyorum, çünkü Büyük Göç'ün asıl mevsimi olan yaz aylarında değiliz. Ama yağışlı mevsim başlamadan önce de güneye göç eden bir grup hayvan olurmuş ve o yüzden bu da göçün bir parçası sayılırmış. Göç eden gunular birkaç yerde karşımıza çıktılar, çünkü ardı arkası görünmeyen upuzun bir kuyruk oluşturmuşlardı. Aralarındaki uyumu ve düzeni hayranlıkla izledik. O yüzden İso'cuma not: "Bir daha öyle maça gidip gelirken metroda 'Serengeti!!' diye bağırmak yok. Artık azgın kitleye durumu izah edersin. ;)"
Şaka bir yana benim de çok ciddi bir teorim var: yaban hayattan herhangi bir hayvan sürüsünü, hadi diyelim bir grup gunuyu İstanbul'a getirsek. Ve bir süreliğine Beşiktaş meydanındaki ışıklarda yolun karşı karşıya iki tarafına koysak. Ya da bir kısmını metronun içine, bir kısmını dışına koysak. En geç bir hafta, bilemedin 10 gün içinde son derece düzenli bir şekilde karşıdan karşıya geçerler ya da metroya inip binerler. Biz "medeni" hayat insanlarının ise son 15 yılını gözlemlediğim kadarıyla hiçbir gelişme olmadığı gibi "geriye gitmeyelim buna da şükür" noktasındayız şehir yaşamındaki düzen anlamında! Hâlâ birbirimizin üstüne üstüne yürüyerek, dirsek-omuz atarak, kuyrukta kaynak yaparak, soldan sallana sallana giderek, metroya önce bir kendimi atayım da inen inemesin binen binemesin diyerek tersine evrilmenin nefis örneklerini sergiliyoruz her gün sokaklarda.
Neyse! Ünlemi bırakıyorum, doğaya dönerek sakinleşiyorum şimdi. Gunuların en yoğun doğum ayının da Şubat olduğunu unutmayın. Safari tarihlerinizi bu döneme denk getirirseniz iki-üç haftalık bir dönem içinde 500,000 yavrunun doğumundan mutlaka bir ya da birkaçını yakalarsınız.
Sırada yollarda objektifimize takılanlar var. Akbabalar, yaban domuzları ve aslanlar tanıdık. Yaban tavuğu adını verdiğimiz şu kuş cinsinin lacivert ve benekli desenlerine bayıldık ve bir mola yerinde çok yakınımızda görme fırsatı da yakaladık. Sağ alt köşede ise Bambi olarak tanıdığımız dik-dik duruyor. Ürkek ve minik -ve elbette besin zincirinin en zayıf halkalarından- olduğu için sürekli sote yerlerde rastlamak, hatta çoğu zaman rastlayamamak mümkünmüş. Biz güzel bir poz alabildik kendisinden.
Nefis bir bonus olarak tam 27 tane filden oluşan kocaman bir fil sürüsünü önce uzaktan gördük, sonra aracımızla tam geçecekleri yere giderek önümüzden geçmelerini izledik. En önde ve en arkada en kocaman erkek filler sürüyü gözetirlerken, dişiler ve çocuklar sohbet ederek arada yollarına devam ediyorlardı.
Ve sırada hayvanlar aleminin en nazlıları, en kamuflaj meraklılarından biri var: leopar! Genellikle onları ağaç dallarında uyuklarken yakalayacağımızı biliyorduk. Bizi yanıltmadılar. Ama bir değil iki tane birden karşımıza çıkarak Masai Mara'da hiç görünmemelerini affettirdiler bize. Altlarından da sanırım yine o fil sürüsünün bir kısmı geçip gitti. ;) Gruplar halinde değil tek başlarına yaşamayı seven bu büyük kedilerden iki tanesini birden yan yana görünce onların bir çift olabileceklerini düşündük.
Yolumuza devam ederken biraz daha uzaktan da olsa bir leoparı daha ağaç dalında ve sonrasında inerken görebildik. Neyse, artık gözümüzü ağaç dallarından ayırmadan gitmemize gerek yok. Üç leopar hiç de fena sayılmaz.
Agama adı verilen mavi ve kırmızı kertenkeleye merhaba dediniz mi? Bakın duvarın üzerinden size bakıyor. Tamamını görmek için buraya tık tık. Devekuşlarını da ilk kez görüyoruz. Hiç uçamayan ve hayatları boyu hiç ses çıkarmayan devekuşları sadece ölürken ilk ve son kez ses çıkarıyorlarmış. Çok hüzünlü geldi bana bu bilgi. Güzeller güzeli Thomson ceylanları ve babunlar burada da bol bol karşımıza çıkıyorlar.
Aslandan yana çok şanslı olduğumuzu artık biliyorsunuz. Ve işte karşınızda gördüğüm en güzellerinden biri duruyor. Ve yine mimiklerini görebilecek kadar yakınındayız. Üzerinde durduğu sosis ağacının meyveleri ise fillerin ve babunların en sevdikleri yiyeceklerdenmiş.
Bir kez daha su aygırlarıyla dolu bir gölet var karşımızda. Gün boyu kendilerini serinletmek için ve güneş yanığı olduklarından dolayı suyun içinden çıkmayan su aygırları sadece geceleri otlamak için karaya çıkarlarmış. Otobur olmalarına rağmen insanlara karşı saldırgan olabilen hippoların ağırlığı 2,5 ile 4,5 ton arası değişiyormuş. Bu arada ciple su birikintilerinden geçerken dikkat edin, üstünüze çamurlu su sıçrayabilir ve sizi bir anda bir Hint kadınına dönüştürebilir. Ha alın ha çene, ne fark eder ki. ;P
İnanmayacaksınız ama günün kapanışını yine aslanlarla yapıyoruz. İki dişi ve karşılarındaki çalılıklardan kafayı kaldırmış onları izleyen bir erkek aslan daha çıkıyor karşımıza. Bunlar da diğerleri gibi çok güzeller. Dönüp yüzümüze bile bakmamalarına, bizi hiç takmadan kendi hallerinde oyalanmalarına hâlâ içerliyoruz, alışamadık. Güzel oldukları kadar küstahlar da doğrusu! ;)
Artık otelimizin tadını çıkarmak için dönüşe geçme zamanı. Doğaya karşı açık havada yağmur duşu, masaj, köpük banyosu içinde şarap yudumlamak falan gibi sefa eylemlerini yemek öncesindeki iki üç saatlik süreye sıkıştırmamız gerekiyor. Çoook çalışmamız lazım çook! ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder