Haftanın Filmleri

Harika bir Türk filmi Köksüz. Çoğunluk tadında biraz. Deniz Akçay yazmış, yönetmiş, ellerine sağlık. 2013 yapımı bu filmde başrolleri Ahu Türkpençe ve Lale Başar paylaşıyorlar. İkisinin de oyunculuklarına hayran kaldım - özellikle Ahu Türkpençe'nin. 

Filmde İzmir'in varoş sayılabilecek mahallelerinden birinde yaşayan sorun küpü bir anne ve üç çocuğunun hikayesi anlatılıyor. Baba yok; yıllar önce ya ölmüş ya terk etmiş, ama ailenin her bireyine farklı arızalar ve sorunlar bırakarak gitmiş hayatlarından. Anne kendi başına hiçbir şey yapamayacak, hatta TV karşısında olmadığı sürece uykuya bile dalamayacak kadar aciz ve bağımlı bir karakter haline dönüşmüş. Evde temizlik yapmak onun için bir varoluş biçimi. Bir tür depresyon yaşıyor, çocuklarına da yaşatmak için elinden geleni ardına koymuyor. Lale Başar anne rolüyle bizi kendinden nefret ettirmeyi kesinlikle başardı. Feride (Ahu Türkpençe) evin çalışan, eve para getiren, sorumlulukları üstlenen tek yetişkini. Omuzlarındaki yük ve evdeki bunalımlı ruh hali her geçen gün artarken bir kaçış yolu olarak evliliği düşünüyor ve elbette umduğuna değil bulduğuna razı olarak aşk evliliğinden çok uzak bir evliliğe razı geliyor. İki küçük kardeşten İlker babasız bir ergen olmanın hırçınlığıyla sorunlar çıkarırken, Özge ise uysallığıyla kendini sevdirme çabasında. Hepsinin ayrı ayrı ve bir arada yaşadıkları ruhsal travmaları izlemeye hazırsanız Köksüz tam size göre. Üstelik Youtube'da bile var şu an - ki iyi bir şey mi bilemedim, film ekibine duyurulur! ;)

Sırada uzun bir süre ara verdiğimiz Kim Ki Duk var. İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... Ve İlkbahar adlı filmi uzun zamandır izlenmeyi bekleyenler arasındaydı ki nihayet bu hafta sonu izleyebildik.

İnziva halinde yaşayan yaşlı bir keşiş ve yanında yetiştirdiği küçük çocuğun hikayesine gidiyoruz bu kez. Aylar, mevsimler, yıllar geçerken çocuk büyüyor ve yetişkin bir erkek oluyor. Yani keşişin bir şeyler öğretip öğretemediğini anlama zamanı geliyor. Gerçekten erdemli, bilge bir insan yetiştirebildi mi, yoksa zaafları olan, hırslarına, sahiplenme duygusuna yenik düşen, zayıf, doğasındaki kötülüğü ortaya çıkaran, sıradan bir insan mı var karşısında? Ve iyi ya da kötü onların döngüsü sona erdiğinde yeni döngüyü kim başlatacak? Kim Ki Duk'un hem yönettiği hem de genç keşiş rolünü üstlendiği bu filmin kitap -hatta masal- tadında olduğunu söylemeliyim. Ayrıca çekimlerin yapıldığı doğadan ve yüzen evden de filmin kendisi kadar etkileneceğinize de eminim. Bu kadar durağan tempolardan bu kadar göz kırpmadan izlenen, derin filmler yaratabilmek de Kim Ki Duk'un en önemli başarısı bence. Mutlaka izlemelisiniz.  

Sırada Marion Cotillard'ı görür görmez izlemeye anında karar verdiğimiz İki Gün, Bir Gece filmi var. Jean-Pierre ve Luc Dardenne kardeşlerin bu sene Cannes Film Festivali'nde Kış Uykusu ile birlikte en iyi film ödülünü almaya en yakın adaylardan biri olan (ama elbette la la la la la la la la laaa ooo Nuri Bilgeee.. ;) ) ve bizde de Filmekimi'nde gösterilmiş güzel bir film. Fabrika işçisi Sandra'nın filmin adındaki gibi tam iki gün, bir gece, yani koca bir hafta sonu boyunca birlikte çalıştığı 16 işçi arkadaşını ikramiye almamaya ikna etme çabasını izliyorsunuz. Ya ikramiye ya Sandra'nın işten atılmaması, işte bütün mesele bu kapitalizmin çarklarının tıngır mıngır döndüğü bu fabrikada. Pazartesi günü yapılacak oylamayla her şey belli olacağı için Sandra, kocasının da zoruyla kapı kapı dolaşarak kendisinin işte kalması için oy vermelerini istiyor arkadaşlarından. Sonucun ne olacağını ve hepsi maddi açıdan güç hayatlar süren işçilerin para mı yoksa vicdan mı yönünde oy kullanacaklarını elbette söylemiyorum, izleyip görmenizi isterim. 

Ama Türkiye'de bir fabrikada şu durum gerçekleşseydi ne olurdu diye düşündüm ve şöyle bir sonuca vardım: Bir kere iki gün bir gece sürmezdi bu dolaşma işi. Herkesi evinde bulur, bir çayını içer, derdini anlatır,  dolayısıyla bir gün içinde de cevabını alırdın. Yani filmin adını Bir Gün diye değiştiriyorum. Hafta sonu herkesten "Bacım sen hiç merak etme, insanlık öldü mü, almayız ikramiye olur biter, sen yeter ki işini kaybetme" cevabını alıp 16 bardak çay içmiş midene rağmen mutlu mesut uyurdun. Pazartesi işe gittiğinde de 16 kişinin hepsinin ikramiye yönünde oy kullandıklarını görüp totona bakına bakına evine dönerdin. Karşılığında da başlar öne eğilir ve "Kusura bakma bacım, evde çoluk çocuk var, hastamız var, kredi kartı borçlarımız var, kapıya da haciz geldi zaten..." diye birkaç mırıldanma duyardın, biter giderdi işte. Ayıp olur, diye doğrudan söyleyemedikleri şeyleri dolaylı kazık olarak size yollayan ah şu iki yüzlü kültürümüz! Neyse, filmde Timur yüzümü kara çıkarmadı en azından. ;)

İyi seyirler hepinize...





2 yorum:

Eren dedi ki...

Film tavsiyeleriniz harika, İlkbahar, yaz, sonbahar, kış.. bu akşam izlemeyi düşünüyorum:)

Imge dedi ki...

Eren O,

Heyecanla sonucu bekliyorum, bakalım beğenecek misiniz? ;)