Dün bir iş için Beyoğlu'na inmem gerekti. Hazır gitmişken gezerim diye Pera Müzesi ve Arter'de ne var ne yok diye de baktım ve ta taam! Pera Müzesi'nde bir gün önce başlayan Mario Prassinos - Bir Sanatçının İzinde sergisini gördüm ve daldım içeri. Gerçi 8 Haziran'ı bekleyip 4. Jameel Ödülü sergisini de gezebilirmişim ama n'apalım artık, bu sefer tek katlık bir sergi turu oldu.
Mario Prassinos, İstanbul Pera'da Rum-İtalyan kökenli sanatçı bir ailede dünyaya gelmiş ve 6 yaşına kadar da burada yaşamış. Sonrasında ailesiyle birlikte Fransa'ya yerleşmiş ve gençlik yıllarında Avrupa'da etkili olan sürrealizmin büyüsüne kapılıp gitmiş. Kitap illüstrasyonlarından dekor ve kostüm çalışmalarına, peyzajdan dokumaya farklı tür ve tekniklerde birçok işe imza atmış olan sanatçının 100. doğum yılı şerefine hikayesinin başladığı yer olan İstanbul'da ve Pera'da bu sergi bizleri bekliyor.
Aşağıdaki çalışmaları sanatçının 1937'de Dali ve Picasso ile birlikte L'Art Cruel sergisine davet edilmesinin hemen ardından Galerie Billiet-Vorms'da açtığı kendi ilk kişisel sergisinden. Küçük boyutlu bu çalışmalarında köşeli formları tercih eden Prassinos, çizgi ve deseni öne çıkarmış. Üstte ortada yer alan Savaşçı resmindeki metal zırha bürünmüş eller, ona eklenen duman ve sesi temsil eden çizgisel efektler yaklaşan savaşa ve yükselen faşizme karşı sanatsal bir protesto niteliğinde. Soldaki büyük resim Ocak, hemen yanında alttaki ise Sherlock Holmes. Tabi bizim bildiklerimizden olmadıkları kesin. ;)
Portreler de sanatçının kariyerinde önemli bir yere sahipler. Onlar da bizim bildiğimiz portrelerden biraz farklı aslında. Mario Prassinos tuvalinde bir erk, bir ata figür olarak babasını resmettiğini yıllar sonra itiraf etmiş. Babası edebiyat öğretmenliği yaparken bir yandan da resim ve fotoğrafla ilgilenen ve Rum halk dilini savunan devrimci duruşa sahip bir kişilikmiş ve sonunda sürgün yaşamaya mecbur edilmiş. Sanatçının hayatında babasının çok önemli bir yeri olduğu görülüyor.
1941 yılında Paris'e taşınan Prassinos, dokuma çalışmalarıyla meşhur komşusu Jean Lurçat sayesinde yün ipliklerle tanışır ve buz kez bambaşka eserler ortaya çıkarır. Bunların arasında Turquerie (alttaki kolaj sol üst) ve Türk Gülü (alttaki kolaj sağ üst)gibi verdiği isimler aracılığıyla geçmişi çağrıştıran imgeler de ortaya çıkarmıştır. Sol altta yer alan Pembe Nişanlılar ve sağ alttaki düğümlerin ilmek ilmek işlenmesi sonrasında ortaya çıkan ise Othello.
Aşağıda ise yaptığı kitap kapağı tasarımlarından benim ilgimi çeken iki tanesi yer alıyor. Soldaki Kafka'nın Dava'sı (1946), sağdaki ise Jean Paul Sartre'ın Bulantı'sı (1954).
Sanatçının en sevdiğim çalışmaları ise ağaçlar oldu. Üsküdar'daki evlerinin terasından gördüğü servi korulukları ve Petits Champs'taki ağaçlar çocukluğundan kalma güçlü imgeler olarak sanatçının son dönem eserlerinde belirgin bir şekilde öne çıkmışlar. Üstte ortadaki çalışma Türk Peyzajları, Küçük Ay da Üsküdar'daki terastan akılda kalan bir imge olmalı.
Belki hatta şu ağaç baskı kuzgunlar bile bizim buraların kuzgunlarıdır, kim bilir? ;)
Kısacası değişik bir isim var karşımızda. Ve siz onun yaptıklarını 14 Ağustos'a kadar gezebilirsiniz. Ama çok da acele etmeyin ve on gün daha başlayıp 8 Haziran'da başlayacak sergiyle birlikte gezin bunu da derim. O zaman daha dolu dolu bir deneyim yaşamış olursunuz. ;)
Hadi ben kaçtım. Bebek Şenliği'yle biten haftanın sonu da pek güzel olur bence. ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder