İzlediklerimden sonra son dönem okuduklarımı da yazayım ve gezi yazılarıma kaldığım yerden devam edeyim. İlk olarak uzak diyarlara yanımda götürdüğüm Ayşe Kulin'in son romanı Kanadı Kırık Kuşlar'dan bahsedeceğim. Ayşe Kulin yine çok keyifle okunan ve suya sabuna dokunan, son yıllarda ülkenin gidişatı ile ilgili görüşlerini net bir şekilde belirttiği bir roman yazmış yine. Tutsak Güneş de öyleydi, ama bu romanı daha keyifle okudum diyebilirim.
İnsan nasıl üzülüyor bir zamanlar Hitler Almanyası'ndan kaçıp ülkemize sığınan ve bu yepyeni umutlarla kurulan, çalışkan ülkenin eğitim devrimine katkıda bulunan akademisyenler olduğunu bilip de şimdiki muhbir rektörleri, akademisyen ihraçlarını, cübbeleri ezen postalları düşününce. Gerçekliğimizin bu kadar çarpıcı biçimde değişmesinin romanı Kanadı Kırık Kuşlar. Üç neslin yaşadıklarıyla birlikte Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugüne kadarki Türkiye'nin değişiminin, tersine evriminin hikayesi var içinde. Kendini hapsolduğu korku ve şiddet dolu faşizmin dünyasına ait hissetmeyenlerin kaçış hikayesi var. Heinrich Heine'ın "bugün kitapları yakan, yarın insanları yakar," sözlerinin gerçeğe dönüştüğü günleri yaşayan insanlar var. Çağdaş bir ülke yaratmanın bina inşa etmekle değil, ancak doğru eğitimle mümkün olabileceğini bilen bir liderleri olduğu için Türklere imrenen Alman akademisyenler var! Etkilenmeden okumak mümkün değil. Öneriyorum.
Önereceğim ikinci roman ise çok da bir beklentim olmadan aldığım, hatta çok fazla kitap ekinde reklamını gördüğüm için biraz da fos çıkacağını düşündüğüm Geceleri Sessizdir Tahran olacak. Henüz otuza bir kala yazdığı ilk romanıyla Shida Bazyar bence harika bir iş çıkarmış. Kendisinin ve ailesinin yaşadıklarından yola çıkarak yazmış bu romanı. Onar yıllık dilimler halinde ailenin farklı bireylerinin gözünden İran'da yaşananların anlatıldığı roman 1979'da başlıyor. Devrimin nasıl başladığı, Şah'ın devrilmesinin hemen her kesim tarafından nasıl sevinçle karşılandığı, daha eşit, adil ve sosyalist bir düzen beklentisi varken birden nasıl da katı bir din devletine dönüştükleri anlatılıyor bu yıllarda. Tutuklamalar, gözaltındaki kayıplar, işkenceler, ölümler, yasaklar... Daha sonraki on yıllar doğal olarak ülkede değil, sığındıkları ve yeni bir yaşam kurdukları Almanya'da geçiyor. İran'da ortam biraz yumuşayınca ailelerinin geride kalanlarını görmek için oraya yaptıkları ziyaretler sırasında da ülkenin eskiye kıyasla geldiği içler acısı durum ve kendi kültürleriyle aralarında oluşan uçurum daha çok anlatılmış.
- "Seni ellerine geçirdiklerinde o kadar uzun bir süre yalnızlığa mahkum ediyorlar ki, sonunda biriyle konuşabilmek için arkadaşlarını ele vermeyi düşünmeye başlıyorsun. Kendi kendine konuşmak zorlu bir antrenman; uygun, iyi ve doğru bir sohbet arkadaşı haline gelmesi için zihnini çalıştırıyorsun."
- " 'Burada uyuşturucu bir litre sütten bile ucuz,' demişti dayım. 'İnsanları aptallaştırmaya yarıyor. Din halkın afyonudur, ama bu halkın dinden kaçmak için afyona ihtiyacı var.' "
Bizzat yaşayanların -ve nispeten çok şanslı olan örneklerden birinin- ağzından demokrasi ve laiklik olmazsa neler olacağını okumak isterseniz, bu kitabı okumanızı kesinlikle öneririm. Hem gençlerin hem de orta yaşlıların ağzından anlatıldığı için çeşitli dünya görüşlerine sahip kişilerin aynı konuyla ilgili düşüncelerini anlamak açısından da güzeldi bana göre.
Keyifli okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder