Mekong Nehri'nde Gezinti

Ho Chi Minh City'deki son günümüzde, akşam havaalanına gitmeden önce tüm günümüzü Mekong Nehri gezisine ayırdık. Vietnam dışında Kamboçya, Laos ve Tayland'dan da geçen bu dev nehrin Güney Çin Denizi'ne döküldüğü geniş alana Mekong Deltası adı veriliyor. Tayland'dan sonra dünyanın ikinci büyük pirinç üreticisi olan Vietnam'ın pirinç üretiminin büyük bir kısmı bu verimli topraklardan sağlanıyormuş işte. Nehirde günlük, iki ya da üç günlük turlar yapmak mümkün. Biz günlük tur aldık ve nehir kenarındaki yaşam hakkında bir fikir sahibi olabildik. Yolumuzun üstünde "happy room" (tuvalet ;)) molası için durduğumuz nilüferlerle dolu bir göleti olan dinlenme yeri de çok keyifliydi bu arada. 


Daha sonra ilk durağımız olan minik bir aile işletmesinde ballı ve kumkatlı çay, birbirinden lezzetli, taze meyveler ve yöresel müzikler eşliğinde biraz zaman geçirdik. İsocum kraliçe arının da aralarında olduğu bal peteğinin içine parmağını daldırıp balın en taze halini tattı. Her derde deva olarak anlatılan Royal Jelly ürününden tabi ki bir daha hiç kullanmamak üzere satın aldık. ;)


Sonra Mekong Nehri'nde sampan adı verilen ve sadece kürek çekilerek kullanılabilen kano benzeri kayıklarla mini bir gezinti yaptık. Mutluluktan gözlerimin dolduğu anlardan biriydi bu. Bir diğeri için bakınız Ho Chi Minh sokaklarındaki motosikletler. Ha ha ha, pek romantik olmadı farkındayım, ama çok merak ettiğim ve masal gibi izleyip, okuduğum yerleri görünce duygulanıyorum ben. Bu iki enstantane de en merak ettiklerim arasında liste başıydı işte. ;)


Buradan çıkıp Hindistan cevizi şekerlemesinin yapıldığı minik imalathaneye uğradık. Tamamen doğal, şekersiz, ambalajı bile katkısız ve yenebilir pirinç yaprağından yapılan şekerlemelerin yapım yeri Ben Tre bölgesi. Bu imalathanede hiçbir şey boşa gitmiyor. Kabuklar fırında ateş için kullanılırken, kare kesimlerden arta kalan kırpıklar da yeniden eritilip şekerleme yapılıyor. Ayrıca şekerleme diyorum ama şeker kullanılmıyormuş bu üründe. Onun yerine malt şurubu ile kaynatılıyor makineden öğütülmüş halde çıkan meyve parçaları. Onlardan da bir paket kaptım tabi ki, burada kahve yanında iyi gider diye düşündüm. 


Ve şimdi cesaretimizi test etme zamanı. Dev bir pitonun yükünü omuzlarında taşıyacak cesur yürekler bir adım öne çıksın lütfen. ;P Vallahi yaptım, a dostlar. Hem de rehber yılan omzumdayken bir sohbete daldı diğerleriyle. Soru-cevap seansı şeklinde onlar takılırlarken bizimki üstümde kıvrım kıvrım kıvrandı yaklaşık 4 dakika falan. En sonunda gruptan biri kızcağızın üstünden yılanı alsak mı artık dedi de akıllarına geldim. Bu arada ben de "neyse uzun uzun yılanla haşır neşir oldum, İsocum artık ne enfes fotoğraflar çekmiştir, ne hava atarım dönüşte" diye içimden geçiriyordum ki o kadar süre içinde çekilmiş elimdeki en net fotoğraflar bunlar! Yani photo credit her zamanki gibi to Foto Flu! Allah için yılan elinden gelenin maksimumunu yaptı bak poz verme açısından. Ulen bilsem Amerikalı bir hatun vardı, her anını Snapchat ve Instagram'da paylaşan, dakikada yüz fotoğraf çekip otuzunu editleyen bir tip, ona verirdim telefonumu, şimdi havamdan yanıma varılmazdı. Kıh kıh. Neyse ama en azından büyük bir yılan olduğu anlaşılıyor değil mi? ;P


Yemekten önce aperitif olarak Hindistan cevizi şarabı ve yılan şarabı da denedik. Evet o şişelerden daha kısa olanının içinde bir minik kobra, bir de akrep bulunuyor. Pek sevimli değil mi? Birer shot her derde devaymış dediler, onu da içtik. Tadı neye benziyor, değdi mi, derseniz çok bayılmadık. Hatta hiçbir şeye benzetemedik.

Yemek için yeniden -bu kez teknelere- bindik ve nehrin karşı kıyısına geçtik. Gezinin en vasat öğle yemeğini burada yedik diyebilirim. Bir ailenin bahçesinde yemiş olmak ve Mekong Nehri'nden çıkan yayınbalığının (catfish) tadına bakmış olmak yemeğin tek artılarıydı. Bir de masayı paylaştığımız şeker Güney Amerikalı çift.


Dönüş yolunda ise nefis bir pagoda -Budist tapınağı- olan Vinh Trang'ı gezdik. Açıkçası bu kadar güzel bir tapınak kompleksiyle karşılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. 19. yüzyılın sonlarından kalma ve karma mimari etkilerden esinlenmiş binası ve içi dışında en etkilendiğim yer bahçesinde ve dışındaki alanda bulunan dev Buddha heykelleri oldu. Oturan mutlu Buddha'nın gülümseyişine hasta oldum diyebilirim. Önünden ayrılamadık hatta! Şimdiye kadar gördüğüm en güzel Buddha heykeliydi bence. Onun dışında ayakta duran ve yatan Buddha heykelleri de kesinlikle çok güzeldi.



Bir günü daha bitirip TNK Travel'da bekleyen bavullarımızı alıp Hue'ye uçmak üzere havaalanına gidiyoruz şimdi. Ama Hue'den önce Ho Chi Minh City ile ilgili birkaç not ve motosiklet videosu ekleyeceğim minik bir yazı daha gelecek. Sonra yine masal gibi bir şehre gideceğiz.

İyi hafta sonları!

2 yorum:

Esin Bozdemir dedi ki...

İmgeeee! nasıl eline alabildin o yılanı öyle :(
ben korkudan hayatta elime alamazdım!ayy ayy ayhh anneee:((
cesaretine şapka çıkardım inan.. seni kutluyorum :)
Budist tapınağı ve Buddha heykelleri güzelmiş, ilginç ve sıradışı bir seyahat olmuş sizin için. Kendi tarihinizde unutulmayacak anılar arasına girecektir eminim..Sevdiğinle birlikte, gönlünce nice güzel gezilere İmge'cim..

Imge dedi ki...

Esin yaptım valla. ;)) Baya uzun uzun da kaldı üstümde kerata. ;) Gün içinde iki tavuk yediriyoruz, aç değil, bir şey yapmaz dediler, inandım. ;)

Gezi olarak da gerçekten uzun zamandır yaptığım en etkileyici geziydi diyebilirim. Asla unutulmayacaklar arasında, listenin ilk sırasında. Çok teşekkürler güzel dileklerin için. Çok daha iyisi ve en istediğin şekilde olanı -yılansız falan hani ;)- senin olsun.

Sevgiler.