Anne-Kız Roma Notları

Roma'da da size önerebileceğim pek bir yenilik yok tahmin edebileceğiniz üzere. Roma ile ilgili tüm yazılarım bu linkte ve toplam 12 yazı var içinde. Daha ne önereyim, değil mi? "O zaman ne işiniz var yine orada, başka bir yere gitseydiniz" diyenlerle bozuşuruz o ayrı. Roma'ya defalarca giderim, sokaklarında defalarca turlarım, yemeklerini ve dondurmalarını çatlayana kadar yiyebilirim, şaraplarını ise Yalan Dünya'nın Nursel'inin cam damacana şeklindeki viski sebili boyutlarındaki karaflardan içerim ve sarhoş olmam. ;) O derece yani, bilmem anlatabildim mi? ;)

Bu kez Campo de Fiori'de bir B&B'da kaldık. Şansımıza iki odalı B&B Piazza'nın diğer odası da boş olduğu için mutfak ve ortak alan da tamamen bize aitti. Sahibesi Anna Monaco tam bir çılgın İtalyan hatunu, süper cana yakın, yardımcı, güler yüzlü. Tertemiz, interneti iyi çalışan, mutfağı ve içinde İtalyan kahvesi ve kahve makinesi olan, meydandaki meşhur çiçekçilerin hemen arkasındaki minnak ara sokaklardan birindeki bir binada yer alan odamızdan çok memnun kaldık. 


Tabi diğer oda da dolu olsa bu kadar rahat edemezdik muhtemelen. Çünkü ilk gün sabahın köründe tren yolculuğu, bavullarla odaya geliş, üstüne Cul de Sac'da domatesli ve parmesanlı işkembe ve tavşan etli pappardelleyi bölüşüp, üstüne Trastevere'de meydanda birer kadeh bir şeyler içiş, üstüne yolu uzatarak nehir kenarında biraz daha yürüyerek akşamı ediş, hafiften yağmur başladığında asla acıkamayacağımıza karar veriş ve o yüzden de odaya gitmeyi seçiş kısmında yan odanın boş olması önemli bir etken oldu. Karşıdaki şarküteriden nefis bir şişe Puglia bölgesi şarabımızı -sadece 6,90 Euro'ya!- alarak günü erken kapatmaya karar verdik. Evin her köşesine yayılarak, ertesi günün planını yapalım dedik. 


Üstteki fotoğrafta Trastevere'deki ana meydana bakan kafelerden birinde sokak müzisyenleri eşliğinde beni şarabımı, annemi ise antifrizini yudumlarken görüyorsunuz. Hatuna Aperol Spritz demekten daha kolay geldiği için antifriz adını taktı kendisine. ;)

Ertesi gün tamamen keyif ve alışveriş turu yapalım diyerek attık kendimizi sokaklara. Annem de daha öne Roma'yı görmüştü, ama yine de bu kadar çok yürüyerek gezmemişlerdi sanırım. Kaldığımız yer itibariyle bir sokak dönüp Navona Meydanı'na, iki sokak yürüyüp Pantheon'a, oradan kıvrılıp Trevi Çeşmesi'ne, buradan devam edip Spagna'ya çıkınca mest olduk tabi. Annemin yorumuna bayıldım: "Burada her köşeyi dönünce sanki 'Ve perde!' diyerek perde açılıyor ve bambaşka bir dekorla yeni bir sahne ortaya çıkıyor gibi.


Yine her yerdeki turist kalabalıklarına imrenerek baktık. Turizme verdikleri değer anlamında ders olarak okutulması gereken bir ülke bence İtalya. Tesis ve yeme-içme kalitesinden, standartları koruma ve denetlemeye, tarih ve kültür miraslarını el üstünde tutmaya, güzeller güzeli Akdeniz ikliminin tüm nimetlerinden faydalanmalarına kadar. Helal olsun! Onlara akın akın turist gitmeyecek de kime gidecek, değil mi?

Neyse, tatlı yiyelim tatlı konuşalım. Dondurma molasını elbette Giolitti'de verdik. O kadar çeşit arasından seçim yapmakta zorlansak da en nihayetinde çıtır kornetlerimizi doldurabildik. Mmm, nefis! 


Tabi ki bir Roma klasiği olarak Trevi Çeşmesi'ne yine para attık. Dilek tutmadan, yeniden buluşmak için bu güzel şehirle. Annemin yanındaki adamlar bodyguard tadında çıkmış, benim sol yanımdaki kol ise Bülent Ersoy'a ait olabilecek otrişlikte. ;))


Yeme-içme molası olarak pek çok yerde atıştırmalık duraklar yaptık. Akşam yemeği içinse İsocum'la deneyemediğimiz yeni bir yer keşfi de yapmış olduk. Sisto Köprüsü'nden geçerek Trastevere'nin kalbine doğru ilerleyerek Grazia & Graziella'da pizza yemeye gittik. İyi ki gitmişiz. Olağanüstü pizzasının dışında, beklerken ikram ettikleri prosecco, masamıza bakan Roberta'nın tatlılığı, iki yanımızdaki masalarda birbirleriyle yazışan kızlar ve erkekler arasında kalıp, mecburen bir süre muhabbetlerine dalmamız ;), arkamızdaki masaya servis yapan garson kızın bir şişeyi tuzla buz etmesi sonrasında diğer tüm garsonların ve müşterilerin kocaman bir alkış koparması ve güle eğlene ortalığı toparlayıp devam etmeleri. 


O kadar çok şey anlatabilirim ki bu enerji yükselten insanlar hakkında. Annemin fotoğraf çektirmek için köprünün kenarına çıkmak istediğini sanarak hemen yardım etmeye yeltenenler, Castel Sant'Angelo önünde keman çalarak ortama güzellik katan müzisyen, buzdolabında unuttuğumuz prosciutto ve parmesanlarımızı alıp da havaalanına yetişebilelim diye kocasının motorunun arkasına atlayıp hızlıca yanımıza gelen B&B sahibesi Anna, hiç İngilizce bilmediği halde yol tarif edenler, alacağımız peynir çeşitlerini bile tattırmak için ikram edenler, onlar bunlar... Annem bu kadarını ilk kez yaşayarak anladı bence. "Burada herkes yakın arkadaş gibi" ve "ne tatlılar yahu, bunlara konuş ve eğlen de yeter" yorumları da yine ona ait ve çok İtalyanları tanımlıyor bence. 


Geçen sene çok keyifli bir Roma gezisi sonrası son gece yine köprüden şehrin ışıklarına bakarken sırf bu yüzden gözlerim dolu dolu olmuştu -ve İsocum sanırım o an pek anlayamamış ve pek de bulaşmasam iyi olur dönemlerimden biri olduğunu sanmıştı. ;) Ama Trastevere'deki o akşam yemeğinden sonra yine aynı köprüden odamıza dönerken annemin de gözleri dolu dolu olduğunda benim şimdiye kadarki yorumlarımda aslında ne demek istediğimi ve buraya neden doyamadığımı kesinlikle anlamıştı. Neyse, en azından "Türkler, İtalyanlara benziyor" diyen olursa karşı çıkacak bir kişi daha var artık aramızda.;) 

Ama yaptığım pazarlık sonucu bizi havaalanına götüren taksici "Tam bir İtalyan'a benziyorsun, öyle pazarlık yaptın" dediğinde de Türk olmanın haklı gururunu yaşamadım değil. "Ee, sen ne diyorsun bebişim? Biz Kapalıçarşı esnafından, balık pazarı balıkçılarından, yağmurlu havada ortadan kaybolup sefa yürüyüşü yaparken arkandan zart zurt korna çalan taksicilerden öğrendik pazarlığı. Peh!" dedim içimden. ;) 


Son gün de Castel Sant'Angelo'nun arkasındaki alışveriş caddesini, sokak tezgahlarını gezip, yine sokaklarda bol bol yürüyüp, keyif molaları verip kapanışı yaptık. Her sokağın, her meydanın, her insanın "Ve perde!" diye önümüzde açılarak içimizi aydınlattığı bu güzel şehri ve ülkeyi Tanrı hep korusun dilerim. Cennet yeryüzünde, kıymetini bilene. Sık sık buluşmak dileğiyle. 

İyi hafta sonları!

Hiç yorum yok: