Eski Datça

Eski Datça bol fotoğraf ve az yazıyla anlatılası bir yer bence. Fotoğraflar her şeyi anlatacak çünkü. Taş evler, taş sokaklar, hepsi birbirinden zevkli cafeler, dükkanlar, evler ve elbette kapılarıyla adeta Türkiye'nin St. Paul de Vence'i ya da Eze'i gibi geldi bana. Burada yıl boyu yaşayan bazı dükkan sahipleri olduğunu duyunca imrenmedim değil doğrusu. Datça'nın merkezine 10 dakikadan kısa bir sürede ulaşabilmek ve bu huzurun, bu estetik dokunun içinde olmak paha biçilmez olmalı.  


Datça ile özdeşleşmiş en ünlü isim de hiç şüphesiz ki Can Yücel. "Ne harika bir yer burası, nereden buldun bu Datça'yı?" diye soranlara "Elimle koymuş gibi buldum" diyen Can Yücel'in yaşadığı evin sadece kapısını görebileceğinizi bilerek gitmenizde yarar var. Çünkü bu eve müze muamelesi yapılsa da aslında hâlâ aile tarafından kullanılan özel bir mülk. Sadece şairin ölüm yıldönümü olan 12 Ağustos günlerinde ve bazı özel etkinlikler için halka açıldığı günler olabiliyormuş. Can Yücel adına bir sokak da bulunuyor Eski Datça'da. Zaten bunlar olmasa bile Can Yücel'in izleri bir kır kahvesinde, bir ağaç altında, bir restoran girişinde, bir dükkanın duvarlarında, kısacası Datça'nın güzelliğiyle büyülendiğiniz pek çok noktada karşınıza çıkıyor. Datça'nın bu değer bilen ve hakkıyla anan halini de çok sevdim o yüzden. Mekanın Datça olsun Can Yücel.    


Sırada alışveriş var. Burada El Sanatları Sokağı adında el emeği dekoratif ürünlerin, magnet ve çeşitli hediyelik eşyaların satıldığı tezgahların kurulduğu şirin bir sokak bulunuyor. Günlük ağacının yuvarlak, dikenli kozalakları ve dantellerle yapılan, düş kapanı benzeri sallantılı süsler favorim oldu.   


Tasarım takıların, seramik objelerin ve diğer dekoratif ya da giyim eşyalarının satıldığı dükkanların olduğu ana caddede ise gördüğüm her şeye bayıldım diyebilirim. Atelye Eski Datça'nın takılarına ve badem magnetlerine mutlaka göz atın derim. Mavi Baykuş ve Nevo Datça da aklımda kalan yerlerden oldu.  


Eski Datça'nın her yerini hakkıyla gezip, üstüne bir de kahve ya da bir akşamüstü içkisi molası vermeniz yaklaşık iki saatinizi alacaktır. Bu küçücük, ama son derece şirin ve kimlikli yeri umarım bozmadan koruyabiliriz. Ne varsa 'eski'de var artık daha çok geçerli ne de olsa. 'Yeni' ile anılanın içi boş, zevksiz ve kimliksiz olduğu dönemlerdeyiz - ki umarım bu durum da değişir de 'yeni'den korkmamaya başlarız. 

Bu arada aklıma gelmişken neden Japonya'da sakura zamanını görme hayalleri kuruyoruz da Datça'da ya da Kaş'ın Çukurbağ Köyü'nde badem çiçekleri açtığı zaman birkaç günlüğüne buralara kaçmıyoruz ki? Kendime kızdıklarım ve fırsat bulursak yapalım listelerine bunu da not düşeyim gitmeden o zaman. 

2 yorum:

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Eski Datça senin de anlattığın gibi etkileyici bir yer. 10 sene önce falan görmüştüm. Bir sonraki Bodrum seyahatinde muhakkak geçmem lazım, fotoğraflarına bakınca tekrar orada olmak istedim:) Sevgiler İmge...

Imge dedi ki...

Sezercim ben de şimdiden gelecek sene bir daha Datça'ya kaçsak, bu kez Kızılbük Ahşap Evleri'nde ve Palamutbükü'nde kalsak, Eski Datça'da bir-iki saat geçirip, badem depolayıp dönsek planları yapıyorum valla. ;))

Sevgiler..