Uzuun bir aradan sonra herkese merhabalar! Kaş defterini bu sezon için de kapattıktan sonra -hayır hayır ağlamıyorum, gözüme bir şey kaçtı - İstanbul'a kavuştum yine Ekim sonunda. Şimdiden de gün saymaya başladım gelecek yaz için. Ne yapayım, ben kesinlikle güneş enerjisiyle, maviyle-yeşille-günbatımının kızıla kaçan tonlarıyla ve bacaklarıma sürtünen kedilerin enerjisiyle çalışan bir kadınım. Şehirde de kendimi kültür-sanat aktivitelerine vererek idare ediyorum işte. Bir yolunu bulup artık tadı kaçmış İstanbul'un da tadını çıkaracağız elbette, mecbur.
Son okuduğum iki kitaptan bahsederek açılışı yapayım o zaman. İlki tarzını ve duruşunu çok sevdiğim ve uzun zamandır (çocukluğumdan bu yana) konuşmalarını başından sonuna kadar dinleyebildiğim tek siyasetçi olan, mizah anlayışına hayran olduğum Selahattin Demirtaş'ın Seher adlı öykü kitabı. Adamın içinden nasıl bir yaratıcılık fışkırdı Tanrım, hapiste kalmaya devam etmesini isteyeceğim neredeyse! Resimleriyle ve yazılarıyla da var olmaya devam edebilir bence, hiç sakıncası yok. ;) On iki kısa öyküden oluşan kitapta kadınlar başrolde. Kadın meselesi, kadına verilmeyen değer, kadına kadın bile denememesi ülkenin ele alınması gereken en önemli ana başlıklarından biri ama herkesin de ele almaması gerekiyor bana göre. Kadının değerini, ülkesindeki kadına bakışı iyi bilen, kadınların yaşadıkları şiddeti, sorunları ve mağduriyetleri gören ve anlayan bir siyasetçinin kadın öyküleri yazması çok değerli. Duyarlı bir insanın samimi bir dille kaleme aldığı öyküleri içime dokundu. Böyle bir siyaset insanımız olduğu için de bir kez daha mutlu oldum doğrusu. İyi ki var ve iyi ki yazmış.
İkinci kitap ise Kaş'ın iç açıcı havasıyla çok da uyumlu olmayan bir İran Devrimi dönemi romanı. Parinoush Saniee'nin Mevsim Hep Sonbahar adlı nefis romanını bir solukta okudum. Bu da aslında bir kadın hikayesi. Devrim sırasında savrulup dağılabilecekken ailesini ve kendisini bir arada ve ayakta tutmayı becerebilen çok akıllı bir kadın olan Masume'nin ana kahramanı olduğu bir roman. Bir dönem ve aile hikayesi, kısacası en sevdiklerimden.
Ailesi ve ülkesinin şartlarında olabildiğince erkek egemenliğine karşı direnebilmiş ve üç çocuğunu çoğu zaman tek başına yetiştirerek onlara iyi eğitim koşulları ve daha medeni ortamlarda yaşayabilecekleri fırsatlar sunabilmiş bir kadın Masume. Kitabın sonunda kendi karşısına çıkan aşk fırsatını da değerlendirmek için direnseydi daha da gözüme girecekti. Çocuklarının o noktada annelerine destek çıkmayıp, gayet muhafazakar bir şekilde karşı koymaları beni çıldırttı desem yeridir. Besle, büyüt, sonra önünde engel yaratsınlar. "Yıkılsınlar ayol karşımdan! Evlatlıktan reddederim valla. Unumu elemiş, eleğimi asmışım, o yaşta bir de aşkı yakalamışım, çoluk çocuk dinlemem, kaçar giderim!" (...dedi çocuksuz kadın. ;) ) Ama benim isyankar ruhum mu bu kadar celallendi bilmiyorum ama o çocuklar feci sinirimi bozdu benim. Bakalım siz ne düşüneceksiniz hikayenin sonunda.
Eski bir İran atasözüymüş: "Kimse kendimiz için yaşamamızı istemez, herkes bizi kendine saklamak ister." Ne güzel, değil mi? Özverili olmak bir noktaya kadar güzel bir erdem olsa da temelinde "kendinden vermek" olduğu unutulmamalı. Dozu kaçarsa ortada insanın ne kendisi, ne hayatı, ne hayalleri, ne de umutları kalır. Bu da bir nevi yıkım sayılır. Mutlaka okuyun bu romanı, çok seveceksiniz.
Fotoğraflardaki adeta abonesi olduğum deniz&ağaç gölgesi noktam da rüyalarıma girmeye başladı bile dün gece itibariyle. Ama artık sıcacık odamdaki okuma koltuğuma gömülerek okuma zamanıdır - ki kendisine de pek bir bayılırım. ;)
2 yorum:
Keyifli okumlar olsun o zaman. Hoşgeldin:)
Hoş bulduk Sezercim. ;)
Yorum Gönder