Haftaya başlamak için nefis üçlü: kitap, tiyatro ve film. Bunu sergi de ekleyerek dörtlü olarak yazmak isterdim ama haftanın sergisini ayrı bir yazıda paylaşacağım çünkü bol fotoğraflı bir post olacak. İlk olarak son okuduğum kitaptan bahsedeyim: Kitapları Kurtaran Kedi. Japon yazar Sosuke Natsukawa'nın 2017 yılında yazdığı masalsı romanını çok sevdim. Çok satan değil ama çok nitelikli kitaplardan oluşan eski bir kitapçı dükkanını işleten dedesiyle birlikte yaşayan lise öğrencisi Rintaro'nun dedesinin ölümünün ardından tutsak kitapları kurtarma macerasına çıkışını anlatan romanda kendisine bir de sadece düşünen yüreklerin görebildiği Tekirgiller'den Tekir yardım ediyor. ;) Böyle fantastik ve masalsı deyince hafif bir roman olduğunu düşünmenizi istemem. Ardında kitaplarla ilgili çok güçlü fikirler barındıran ve işin ticari ve etiket kısmını müthiş sorgulayan bir roman bence. Ve kesinlikle yazarla aynı şeye inanıyorum: Kitapların yüreği vardır.
Gelelim hafta sonu izlediğimiz tiyatro oyununa: Beni Sakın Yumruklardan. İKSV İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenmeye başlayan oyunu festival sırasında izleyememiştik. Ama Ocak ayında iki gösterim olduğunu görünce hemen 8 Ocak tarihine biletimizi kaptık. Ecem Uzun ve Yiğit Sertdemir'in oynadığı oyunu Ceren Ercan yazmış, Yelda Baskın yönetmiş. Konu itibariyle çok ilgi çekici ve güncel: sosyal medya linci ve paylaşımların hangi noktalarda özgürlük olduğu hangi noktalarda özgürlüğün ihlali olabildiği gibi konulara değiniyor. İki stand-up'çı karakterin hikayesi çok iyi seçilmiş, zaten bu iki oyuncuya da bayılırım ve bence çok başarılı bir performans sergilemişler. Ama bir yandan da metni ve kurgulanış şeklini biraz karışık, biraz mesaj bombardımanı şeklinde algıladığımı söylemek isterim. Bir yandan da kalemini de çok sevdiğim Yiğit Sertdemir yazsaydı oyunu nasıl olurdu diye düşünmedim değil. Kendim izleyip karar vereyim derseniz bir sonraki gösterim 22 Ocak akşamı Alan Kadıköy'de. Biletler burada.
Sırada film önerisi var. Olumsuz önyargıyla başlayıp (amaan Netflix filmleri harika olmaz ki, zaten bu kadar ünlü oyuncudan hep berbat işler bakar, Amerikan sineması sığlığında mesaj vermeye çalışacaklar şimdi, vs vs...) bayıldığım bir film oldu Don't Look Up. Önce parantez içinden çıkan ana mesajı söyleyeyim: önyargılı olmak kötüdür! ;)
Filme gelince, Leonardo diCaprio ve Jennifer Lawrence ve Meryl Streep gibi şahane bir kadrosu olduğunu zaten biliyorsunuzdur. Konusu ise NASA'nın dünyaya yaklaşan ve gezegeni 6 ay sonra yok edecek bir kuyruklu yıldızın varlığını keşfedip insanlara duyurmaya çalışması. Çok mu klişe? Hiç değil. Çünkü yaşadığımız dönem hiç klişe değil. Zira anlaşılması mümkün olmayan bir "amaan hiç keyfimiz kaçmasın şimdi, boşver haberleri falan, haydi eller havaya" kültürünün içinde yaşıyoruz. Mutsuz olmaya, eğlenmemeye, ciddi haberleri ciddiyetle ele almaya, sorun çözmeye, durum değerlendirmeye falan tahammülümüz yok. Hiperaktif veletler gibi sürekli elimize bir oyuncak, bir uyaran tutuşturulsun ve onunla oyalanalım istiyoruz. Medya da bu konuda bize müthiş yardımcı. O yüzden bilim adamının kuyruklu yıldız çarpacak haberi falan neymiş yahu, çıkarın bir pop star, kuyruklu yıldız şarkısı yapsın, daha çok "eğleniriz", "izleniriz", "bunalmayız", "satarız" kafası. Cehaletin medya ve siyaset eliyle bu kadar yoğun pompalandığı bir dönem hiç olmamıştı ve bu film bunu çok güzel anlatmış bence. İzlemediyseniz kesin izleyin, son dönemde izlediğim yaşadığımız çağa en gerçekçi bakan işlerden olmuş.
Haftaya bunlarla başladım ama anlatacağım müthiş bir sergi de var. Alan Kadıköy ve Müze Gazhane'yi keşfettik Cumartesi günü ve gurur duydum şehirde açılan bu kültür-sanat mekanlarıyla. İyi ki her şeyin çok güzel olacağına inanmışız. ;) Dizi olarak da Kulüp'ü bitirdik en son. Ben bu diziyi severek izlesem de duygusunun hep biraz eksik olduğunu düşündüm. Fırat Tanış ve Salih Bademci'yi izlemek ana motivasyonumdu. Son dört bölümle kapanışı yaparken tam gözyaşları içinde 6-7 Eylül olaylarını müthiş anlatmışlar derken, dizinin bebek kutlaması yemeğiyle falan bitişi de az önce bahsettiğim "aman keyfimiz kaçmasın, gülelim eğlenelim" kültürünün gereğiydi herhalde! Neyse, ben kitapların yüreği olduğuna inanan bir eski çağ kadınıyım nasılsa, yeni çağı anlamıyorum. ;)
İyi haftalar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder