Son Okunanlar

Sırasıyla son dönemde okuduğum üç şahane kitaptan söz edeceğim bugün. İlki Zadie Smith'in İnci Gibi Dişler romanı. Genç bir yarı Jamaikalı yarı İngiliz yazarın daha da gencecikken yazdığı bir ilk roman bu. 2000 yılında 25 yaşındayken yayınlanan bu kitap sayesinde yazar Charles Dickens, John Irwing, Salman Rushdie gibi isimlerle karşılaştırılmış ve Guardian ödülünü kazanmasının ardından Julian Barnes "bir romancı olarak içim kıskançlık ateşiyle kavruluyor," demiş. Time dergisinin 1923-2005 yılları arasında "İngilizce yazılmış en iyi 100 roman" listesinde yer alan bu modern klasik ile yazarı da milenyumun ilk edebiyat yıldızı haline dönüşmüş. Bence de bu övgüleri sonuna kadar hak eden ve bundan sonra yazdıklarını illa ki takip edeceğim bir yazar olduğunu söylemeliyim Zadie Smith'in.   

Roman Londra'nın kenar mahallelerinden birinde geçiyor. Farklı etnik ve dini kökenden ailelerin ve aileler içindeki kuşakların birbirleriyle olan etkileşimi, çok kültürlü topraklarda var olmaya çalışan azınlık kültürlerinin hissettikleri, açılma ve kapanma kapasiteleri, yaşadıkları ve İngiliz olanlar arasındaki sınıf farklılıklarının yarattığı uyumsuzluklar çok güzel anlatılmış. İki alıntı paylaşayım mı fikir vermesi açısından?

"...İnsanları asla küçümsemeyin, kendilerinin olmayan acıyı izlerken, kötü haber verirken, televizyonda bombaların düşüşünü seyrederken, telefonun öbür ucundaki bastırılmış hıçkırıkları dinlerken, aldıkları keyfi de asla küçümsemeyin. Acı tek başına sadece Acı'dır. Fakat Acı + Mesafe = Eğlence, röntgencilik, insani ilgili, gerçekçi sinema, keyifli bir kahkaha, anlayışlı bir tebessüm, kalkık bir kaş veya gizlenmiş bir nefret olabilir..."

"... ah, onu seviyordu, tıpkı İngilizlerin Hindistan'ı, Afrika'yı ve İrlanda'yı sevdikleri gibi seviyordu; asıl sorun olan da sevgiydi zaten, insanlar sevdiklerine kötü davranırlar..."

Mutlaka okuyun. Çok güzel bir roman. 

***


İkinci kitap bir roman değil, çok güvendiğim isimlerin önerileriyle aldığım Öfke Dansı kitabı Dr. Harriet Lerner tarafından yazılmış ve öfkeyi etkin bir şekilde yönetme konusunda adeta efsane bir başucu kitabı olmuş. Bence her eve, her ilişkiye, her insana lazım bir kitap. Öfkenin nedenleri ve modelleri üzerinde duran Dr. Lerner ilişkilerinizde anlamlı ve uzun vadeli değişimlere olanak tanıyacak stratejiler sunuyor bizlere. Kitabı herkese önersem  de kadınlara biraz daha fazla öneriyorum çünkü yazar kadınların öfkeyi daha güçlü ve bağımsız bir benlik duygusu kazanmak için kullanmakta yaşadıkları zorluklara değiniyor. Suçlayıcı, kurban ya da şiddetli bir tondaki öfkeyi yapıcı bir güce dönüştürebilmenin yollarını anlatıyor. O kadar çok yerin altını çizdim ki benden sonra bizimkilere verecektim okumaları için ama bu şekilde vereceğime yeni bir tane alıp hediye edeyim dedim. ;) O yüzden siz de hemen bir tane alın ve doya doya, altını çizerek, notlar alarak okuyun bu şahane kitabı. "Ben öfkeli bir tip değilim ki, dünyanın en pamuk insanıyım," diyorsanız da alın derim, zira o uyumlu görünen pamukluğun içinde de çok fazla yıkıcı öfke barındırıyor olabilirsiniz.   

***

Ve son olarak çok geç ve son kitabıyla tanışmış olduğum bir Macar yazar var sırada: Magda Szabo. Yazarın Iza'nın Şarkısı romanını bitirdim. Öyle muhteşem bir dili ve derinliği var ki daha önce yazdığı romanlardan birini daha sipariş verdim hemen. Yapı Kredi Yayınları'nın modern klasikler serisinden çıkan romanlarına mutlaka bir göz atın derim. Herman Hesse yazar hakkında şöyle demiş: "Magda Szabo'yu keşfettiyseniz altın bir balık yakaladınız demektir. Yazmakta olduğu bütün kitapları alın, ileride yazacaklarını da."


Konusuna gelince; Iza babası öldükten sonra taşrada yaşayan annesini yanına alarak Budapeşte'deki modern apartman dairesinde birlikte yaşamak üzere düzenlemeler yapar. Bunun büyük bir özveri, iyilik ve doğru olan şey olduğunu düşünmektedir ama işin içine yaşlı kadının o zamana kadar taşradaki hayatı ve eviyle kurduğu bağı, alışkanlıklarını, anılarını ve kimliğini oluşturan tüm o duygusal unsurları dikkate almamıştır. Yazar, ilk kez 1963 yılında yayımlanan bu romanında insani değerlere en bağlı, en idealist kişilerin bile yakınlarını anlamakta nasıl yetersiz kalabileceğini, insan ilişkilerine sızan empati yoksunluğunu müthiş etkili bir şekilde anlatmış. Hayran oldum, içim cız etti yapıldığı düşünülen, yapılması beklenen ve aslında olan arasındaki dev uçurumları düşününce. Müthiş etkili bir roman. Mutlaka okuyun. 

İyi haftalar diliyorum. 

PS: Üçüncü Dünya Savaşı eşiğinde neyin iyi haftası diyorsunuz belki de içinizden. Haklısınız. Ben bizim cenaze evlerimizden ve geleneklerimizden nefret ederim. Ölen kişinin gömülmesinin üstünden bir saat bile geçmeden  tıkınırcasına pide-ayran gömen, güle oynaya başka konulardan bahseden insanlarla dolu o eve dalıp herkesi tekme tokat dışarı atasım gelir. Yaşadığımız bu dünyada kendimizi de o cenaze evindeki nefret ettiğim insan tipine benzetiyorum ve bu hiç hoşuma gitmiyor. Bir yerde deprem, yangın, savaş, toplu katliam, vs gibi bir acı olurken ateşin düştüğü yerde olmayan bizler üzülsek de pide-ayrana gömülenlerden oluyoruz işte. Belki de bu bir "inadına yaşamak" hareketidir ya da tüketim çağının ruhumuzu ve duygularımızı da tükete tükete böyle az hisseder, acıdan korkar hale getirmesinin bir sonucudur. Her ne ise hoşuma gitmemesine rağmen benim de belki de uyum sağlamak adına yaptığım bir şey. Umarım bireysel anlamda yaptığımız farkındalık, şefkat, öfke yönetimi gibi çalışmalarla kolaktife katkımız oluyordur, tek tesellim bu oluyor o acıları yeterince ve aktif bir şekilde paylaşamadığımı hissettiğimde. 

2 yorum:

serpil dedi ki...

Iza'nın Şarkısı çok etkilemişti beni. Zadie Smith nedense hiç okumadım, kitaplığımda var sanırım İnci Gibi Dişler.

Imge dedi ki...

serpil,
Zadie smith'i de seveceğinizi düşünüyorum. Ama Iza'nın Şarkısı beni de bir başka dağıttı doğrusu.