Yıllardır
İmparator denilen türkücüye bak aynı! Bir adım ileri gitmişliği yok. İki lafı bir araya getirememesinin, şivesinin, tuhaf tavırlarının ve sözüm ona esprilerinin prim yaptığını; gafları, kadınlara değer vermemesi ve diğer tüm abukluklarının kendisine bir şey kaybettirmediğini görüp cırtlak sesiyle "
thiieyyy" diye bağırıp halay çekmeye, bir de çok duygulanıp ağlamaya (!) devam ediyor ekranlarda.
Sultan'ımız aynı. Tek fark, sabahların sultanıyken artık öğlenlerin sultanı olması. Ama seyircilerini falan dürterek "ne ettin gıııı?" diye konuşmaya, gırtlağı sökülecekmiş gibi kahkahalar atmaya, her evliliğinden sonra umreye gitmeye aynen devam.
Kameralar yerleştirerek başkalarının hayatlarına dahil olan programlarda işin suyu çıktı zaten. İlk zamanlar yayınlanan
Biri Bizi Gözetliyor, Ben Evleniyorum falan masum ve kaliteli kaldı şimdikilerin yanında.
Yemekteyiz,
Esra Erol'la,
Zuhal Topal'la, onla bunla evlenmek isteyen ama evlenecekleri kişi umurlarında olmayan ve ön şart olarak
"evin var mı?", "emekli maaşın nasıl?" sorusunun olumlu yanıtlarını duymak isteyen tipler türedi bir anda.
Yemekteyiz ise başka bir alem. Herkesin sofra adabı konusunda saraylı takılırken bir anda en edepsiz mahalle kavgasına girebilecek duruma gelebildiği ayrı bir çılgınlık oldu bu program da. O kadar ki
Show TV artık tüm yayın programını
Yemekteyiz'e ayırmış durumda. Bu uğurda
Derya Baykal'ın sunduğu kadın programını da harcamaktan çekinmediler.
Sokaktaki vatandaşa "
Wikileaks nedir" diye sorulduğunda
"Amerikalı yüzbaşı" diyenden tut da
"Ben ilgilenmem öyle şeylerle" diyene kadar binbir türlü abuk subuk yanıt alınabiliyorken herhangi bir dizinin herhangi bir oyuncusunun seceresi ezbere biliniyor. Ama oyuncularla ilgili bakış açısı da
Erol Taş'ı sokakta görüp dövmeye kalkan o zamanın seyircilerinden pek farklı değil.
Selçuk Yöntem'in cebine "
Bihter seni aldatıyor" yazılı notlar sıkıştırmalar,
Esra Dermancıoğlu'na bir yumruk atıp rahatlamak isteyenler,
Sanem Çelik'in
Kara Melek mi yoksa çocukları için mücadele eden mağdur
Aliye mi olacağına karar veremeyip kafası karışanlar (ki bunlar yaşadığı yasak aşkın da ortaya çıkmasından sonra bir daha kendini toparlayamamış kesimdir!).
Gündüzleri bu programlar varken, akşam ailecek televizyonun başına geçildiği saatlerde onlarca dizinin yayınlandığı ve gece yarımdan sonra tartışma programlarının yapıldığı bir medyadan, bir şeyler öğrenmek için yalnızca televizyonu kullanan insanlar nasıl yararlanabilir ki? Kitap okumanın, sanatın, uygulamalı bilimin, her alanda erdemli olmanın öneminin anlatılmadığı bir ülkenin çocukları nasıl evrim geçirirler? Kız öğrencilerle erkek öğrenciler arasında 45 santim olmasına karar veren zat-ı muhterem öğretmenin öğrencisi olan minik beyinler, büyüdüklerinde
Taksim'deki yılbaşı tacizcilerine ya da İtalyan gelin
Pippa'ya tecavüz eden kamyon şoförüne dönüştüklerinde onları kim suçlayabilir? Kızlarının orada kalmasına ve onlara böyle sapkın bir zihniyetle bakılmasına göz yuman anne-babaların birer odalık yetiştirdiklerini söylemek mümkün müdür? Tüm bunlar yaşanırken
"Mardin'de açılan Internet kafenin müdavimi olan erkekler, chat yaparak Faslı kuma getiriyorlar" haberini duyduğumuzda şaşırmamız gerekiyor sanırım. Çünkü bunu yapanlar o çocukların yetişkin versiyonları. Ya da pırlantadan KDV alınmazken e-kitaptan yüzde 18 alınmasının planlanmasına şaşırmamalıyız. Çünkü onlar da bu cahilleştirme sistemini bizzat kuran ve uygulayanlar.
O zaman elbette bu ülkede heykele ucube diyen alkışlanır. Ya da içki yasaklansın mı, başımızı mı k*çımızı mı örtelim, ama bu da yetmez nasıl örtelim,
Kanuni dudaktan öpüşür müydü gibi muhteşem gündem maddelerimiz olur. Ne idüğü belirsiz bir gazeteci ile ne idüğü belirsiz bir sakallı hoca kanka olup, televizyonlarda sohbetler ederler. Üç gün sonra unutulan şöhretlerimiz, beş gün sonra unutulan şarkılarımız, birkaç hafta içinde unutulan programlarımız olur, ama birçok ülkeden özel davet alarak konserler veren
Fazıl Say gibi gerçek sanatçılarımıza fikirlerini dile getirmesinin karşılığında "beğenmiyorsa gitsin" yanıtı verilecek kadar değer verilir.
Nedir bu gelişmeme, hatta gerileme isteği? Nedir bu tersine evrim? Nedir bu hızla yozlaşıp, çürümeye gidiş durumu? Her anlamda kocaman bir potansiyeli olan bu ülkeye çok yazık değil mi? Çok üzücü değil mi bu gidişatın yalnızca bu kadarını bile görmek? Yoksa ben mi abartıyorum? Belki de bu kadar dibe vurmanın olumlu bir yanı da vardır.. Belki de yükselişe geçme zamanımız artık gelmiştir... mi dersiniz?