Cenova (1)

24 Nisan sabahı Nice'ten trene binerek tarihte Ceneviz'in başkenti olmuş, şu an ise İtalya'nın Liguria bölgesinin başkenti olan Cenova'ya geldik. Nasıl geldiğimiz ve hangi otelde kaldığımız bu yazıda detaylı bir şekilde sizleri bekliyor. Otelimiz Principe Tren İstasyonu'nun olduğu Piazza Principe'de bulunuyordu. Gar binasını ve önündeki Kristof Kolomb heykelini de o yazıdaki görsellerde görebilirsiniz. Ünlü kaşif burada doğmuş.

Buradan yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüş sonrasında şehrin en ünlü meydanlarından biri olan Piazza de Ferrari'ye ulaşabiliyorsunuz. Ortada büyük bir fıskiyeli havuzun olduğu bu meydanın etrafında Carlo Felice Tiyatrosu ve Opera Binası, şu an için müze olarak faaliyet gösteren Palazzo Ducale, hemen bir arka ara sokaklarından birinde kocaman bir katedral ve içleri çoğunlukla müze, galeri, sanat merkezi olarak kullanılan bir sürü tarihi bina bulunuyor. 


Uçakta Marsilya'ya gelirken artık içinde okuyacak hiçbir şey bulamadığım Skylife'a da yine alışkanlıkla bir göz atayım dediğimde harika bir haberle karşılaşmıştım. Edvard Munch'un doğumunun 150. yılı şerefine Palazzo Ducale'de açılan ve 80 eserini bir araya getiren, 27 Nisan'a kadar gezilebilecek bir sergi haberiydi bu. Dolayısıyla gelir gelmez önce buraya attık kendimizi. Munch'un yaşamına, tarzına, hayata bakış açısına dair pek çok şey öğrendiğimiz, çalışmalarını gördüğümüz ve bonus olarak da Andy Warhol'un ondan esinlenerek yaptığı "Warhol after Munch" eserlerini gördüğümüz bu harika sergide yaklaşık bir buçuk saat geçirdik. Harikaydı. İçeriye fotoğraf makinelerimizle giremediğimiz için fotoğraf yok. Ama Palazzo Ducale'ın ve önünde de ağzı kulaklarında benim fotoğrafım var isterseniz. ;)


Çıkışta hemen arkasındaki ara sokakta yer alan San Lorenzo Katedrali'ne de bir göz attık. Merdivenlerine oturmuş, ellerindeki bira ve focaccia'ları yiyerek sohbet eden insanları görüp, şu minicik bir zevki  özgürce gerçekleştirebilme lüksleri olmasına imrendik. İç içe geçmiş kemerlerine bayıldık.  


Daha sonra acıktığımızın farkına vararak öğle yemeği için notlarımızın arasında yer alan küçücük bir esnaf lokantasını andıran ama çok lezzetli olduğunu duyduğumuz Trattoria da Maria'ya gittik. Ara sokaktaki gizli saklı yerinde bulduğumuz Maria'nın önerilerini dinleyerek (başka seçeneğimiz yoktu, menü tamamen İtalyanca'ydıCenova'ya özel pesto soslu makarna ve boloneze benzer bir soslu ravioli söyledik. 50'lik ev şarabıyla birlikte toplam 15 Euro ödediğimiz hem lezzetli hem hesaplı bir öğle yemeğiydi. Ortamdan bir şey beklemeyin ama; öğle yemeğine uygun minik bir aile lokantası. 


Sonra odamızın hazırlanmış olabileceğini düşünerek yeniden geldiğimiz yollardan dönerek ve özellikle kendimizi o günden sonra da her geçişimizde tarihi bir filmin setindeymiş gibi hissettiğimiz Garibaldi Caddesi'nden bir kez daha keyifle geçerek otelimize dönüyoruz. Burası gerçekten çok etkileyici bir cadde. Bir zamanlar, yani 16. yy'da Strada Nuova (Yeni Cadde) olarak adlandırılan bu caddenin o yüzyıldan kaldığını düşünürsek artık baya eski, tarihi bir cadde olduğunu tahmin edersiniz. Üzerindeki binaların çoğu artık sanat galerisi ve müze olarak kullanılmakta. Bazıları banka binası, vs olmuş. İçlerini göremedik hiçbirinin ama dışarıya yansıya dokusu muhteşem. 


Şey, izin verirseniz biz otelde bavullarımızı açıp bir yarım saat kestireceğiz. Malum İtalya trenleri fobim yüzünden sabahın altısında kalktık bugün. O yüzden biraz kendimize gelelim sizi Antik Liman bölgesine götüreceğim. Sonra da nefis mamalar yiyeceğiz birlikte.;)  

Hiç yorum yok: