İki yazılık bir aradan sonra gezi notlarına devam ediyoruz...
Gezideki dördüncü günümüzün sabahında yaklaşık altı saat (molalarla daha uzun) süren bir otobüs yolculuğu bizi bekliyor. İlk başlarda zaman kaybı olacağını düşünmemize rağmen
Madrid'de geçirdiğimiz üç yorucu gün sonrasında bu yolculuğu bir dinlenme molası olarak görmeye başlıyoruz. Sabah erken çıkıyoruz ve birkaç yerde yarımşar saatlik molalar vererek öğleden sonranın geç bir saatinde
Barselona'ya giriyoruz.

Mola verdiğimiz yerler arasında genellikle özellikli yerler yok. Ama öğle yemeği için durduğumuz ve yaklaşık bir buçuk saat mola verdiğimiz
Zaragoza çok şirin bir kasaba. Yine ortasında büyük bir meydanı, katedrali, heykelleriyle falan tam bir
Avrupa şehirciği. Şehircik dediğime bakmayın. Aslında
Aragon özerk bölgesinin yarı nüfusunun yaşadığı
İspanya'nın büyük şehirlerinden biri burası. Genellikle günübirlik turizmin olduğu bir yer. Zaten günübirlik görmek de yetiyor. Elbette bizim kadar kısa süreli değil de birkaç saatliğine gelinse daha iyi olabilirdi, çünkü
Zaragoza'da çok şirin süs eşyaları satan butiklere rastladım. Az zamanımız olduğu için birkaç tanesine alelacele bakabildim. O an karnımız aç olduğu için yemeğin daha öncelikli olduğu bir zaman dilimiydi. :)
Hemen yerimize karar verip oturduk. Yer seçimlerini genellikle
"en yerel gibi görünen" ve
"İngilizce mönüsü olmayan" mekanlardan yana yaparız. Yine öyle yaptık ve inanılmaz lezzetli tapasları ve ev şarabı olan
Imbyss adlı küçük restorana oturduk. Yemeklerle kendimizden geçtiğimizden olsa gerek bu mekan aşağıdaki ceketimi son gördüğüm yer oldu! Enerjimi alıp ısındıktan sonra ceketi bırakıp çıkmışım. Tur otobüsüne binip de yaklaşık bir saat yol gittikten sonra aklıma geldi.
Madrid'de hava serin olduğu için ceketi birkaç kez kullanmıştım, ama
Barselona için yanıma aldığım iki ince hırka dışında hiçbir şeyim kalmamıştı. (Tabi orada askılılarla dolaşacağımızı bilmiyordum) Neyse artık, dedim. Çok serin olursa
H&M yolları görünür bana, diye düşünüyordum ki cin kocamın aklına bir fikir geldi. Restoranın fişini atmadığı için hemen telefonunu çevirdi. Birkaç kez açılıp kapanan telefon en sonunda
"Hola!" diyen restoran sahibinin sesiyle karşımızdaydı. Adam İngilizce bilmediği için
İso'cum
"one minute" tarzı oyalamalarla (:)) adamı hatta tutup, telefonu en önde oturan rehberimize uzattı. rehberimiz İspanyolca konuşarak ceketimin orada olduğunu ve öğrendi ve restoran sahibinden onu saklamasını rica etti. Oley! Birinci aşama tamamlandı, ama şimdi ceketi kim gidip alacaktı? göndermekle uğraşmazlar dedi. Zaten gönderseler de size feci pahalıya patlar, anlamsız olur diye ekledi. Ama yine rehberimizin aklına gelen bir fikir yardımımıza koştu. Ertesi gün
ETS'nin başka bir tur grubunun
Barselona'dan
Madrid'e doğru yola çıkacağını ve onların rehberi
Lucy Hanım'ın uğrayıp ceketi alabileceğini söyledi.
İso'cum
Lucy Hanım'ın telefonunu çevirdi, ben restoranın ismini verip, ceketi tarif ettim ve
Lucy Hanım da
"Hiç merak etmeyin, yarın ceketinizi alacağım" dedi. Oley! İkinci aşama da tamamlandı! Sırada o ceketin bana nasıl ulaşacağı vardı, çünkü
Lucy Hanım Madrid'de yaşıyordu. Dolayısıyla
İstanbul'a dönmeyecekti. İşte bu aşamada o tur grubundan
İstanbul'da yaşayan ve ceketimi alıp
İstanbul'a getirmeye gönüllü olan
Sevgili Betül Hanım devreye giriyor.
Lucy Hanım bize
Betül Hanım'ın numarasını veriyor.
İstanbul'a gelince de
Betül Hanım'la haberleşiyoruz. Biz birkaç gün denk getiremiyoruz
Anadolu Yakası'na geçmeyi. Hafta sonunu bekleyelim derken
Betül Hanım "
Ben Beşiktaş'a geçeyim, hem de sizin tarafta yürüyüş yapmış olurum" diyip geliyor. Ona çoook teşekkür ediyorum. Birlikte bir şeyler içip gezimizden bahsederken karşılıklı olarak "
Hanım" kelimesini de kaldırmaya karar veriyoruz. Ve o kadar keyif alıyoruz ki birbirimizle sohbet etmeten en sonunda ceketimi orada unuttuğuma seviniyoruz. :)
Bu keyifli macerada emeği geçen herkese bir kez daha teşekkürlerimi göndermezsem olmaz. Önce cin kocam (hücre hücre akıldır kendisi! :) )
İso'ya
Imbyss'i ısrarla arayıp, adama ulaşıp, adamı rehberimize ulaştırmayı başardığı için kocaman bir teşekkür gidiyor. Daha sonra rehberimiz
Örge Bey'e derdimizi restoran sahibine anlattığı ve diğer tur grubunu akıl ettiği için çok teşekkür ediyorum.
Lucy Hanım'ın hiç gocunmadan kaybolan bir ceketle ilgilenmesi, ceketi uğrayıp alması, birilerine emanet edip, bilgilerini de bize ulaştırması inanılmaz bir iyilik ve sorumluluk örneğiydi. En büyük teşekkürlerimden biri de ona gidiyor. Son olarak da son aşamayı gerçekleştirerek ceketimi alıp
İstanbul'a ve hatta
Beşiktaş'a getirmeye gönüllü olan
Sevgili Betül'e kocaman teşekkürlerimi gönderiyorum. Bu ceketi her giyişimde hepinizi hatırlayacağım.:)
Bu arada hâlâ üzüldüğüm bir nokta var: Ceketim
Barselona'yı göremedi!!!