P.F.Changs, Mangerie ve Banyan

Hayata yeniden bağlanmaya çalışıyorum bu hafta. Bu aslında eski tarihli bir yazıydı. 31 Mayıs'ta Bebek Balıkçısı'nda yaza merhaba demeyi, sonra onu da bu yazıya eklemeyi planlıyordum. Neye niyet neye kısmet. 31 Mayıs Bebek'te balık yerine Sıraselviler'de biber gazı yedik. Olsun! Daha iyi geldi, dirildik, kendimize geldik. O günden beri de günde 4-5 saat uykuyla Halk TV ve Twitter'ın başında yaşamaya devam ettik (birkaç günlük istisnalar dışında). Bu hafta çevirime, arkadaş buluşmalarına, etkinliklere, düzenli spora kaldığım yerden devam ederek biraz normalleşmeye çalışma kararı aldım. Nispeten başarılı da oldum. Elimdeki kitabın çevirisi bitti, yeni bir işe bile başladım. Pazartesi ve Salı günü spor yaptım. Uyku saatlerim daha normale döndü. Haber alma kanallarım değişmedi. Tek fark Artı 1 TV'nin akşam bültenleri ve Banu Güven'in programlarını kaçırmaz oldum. Sonra İstanbul'a taşınan Nazire ile Çarşamba günü öğleden sonra Ortaköy Banyan'da buluşup sohbet ederek kendime sefa yapma izni verdim. Banyan'dan daha önce bu yazıda bahsetmiştim, o yüzden tekrara girmeyeceğim. Boğaz manzarası yeter, ama daha önce de belirttiğim gibi fiyat-kalite terazisinde fiyat oldukça ağır basıyor!


Gelelim yazının önceden taslak olarak kayıtlı duran bölümüne (yani bundan sonra okuyacaklarınız 23 Mayıs'ta falan yazılmış olmalı):

Bu yazıda bahsettiğim üzere 19 Mayıs Pazar günü İstanbul Modern'in son sergilerini gezdikten sonra hak ettiğimiz enerjiyi depolamak üzere kendimizi attığımız yer P.F. Chang's oldu. Burası “Burada olmanızdan dolayı çok mutluyuz ve tekrar buraya gelmeyi istemeniz için elimizden gelen her şeyi yapacağız.” sloganıyla hizmet veren Amerikalı bir China Bistro. Çok mu karışık geldi? Gelmesin. Kısaca, 1993'te Amerika'da kurulmuş, Çin mutfağını modern bir atmosferde müşterilerine sunan bir mekan burası. 225'ten fazla şubesi olan bu harika restoranın İstanbul'daki şubesi de yeme-içme için çok da tercih etmediğim Etiler Nispetiye Caddesi üzerinde. Ama sloganın hakkını verdikleri için Etiler piyasasına bayılmasam da sık sık gitmeyi planladığım yerlerden biri olduğunu söyleyebilirim. 

Yemekler çok lezzetli ve sunumları harika. Garsonlar ilgili, güler yüzlü ve yardımcılar. Hem içerisinin hem de bahçenin ortamı çok keyifli. Başlangıç olarak karidesli dumplings ve hakkında harika şeyler duyduğumuz Dynamite Shrimps söyledik. Kadehte gelen Dynamite Shrimps gerçekten bir olaymış! Hatta ben bir sonraki gidişimde "Bana üç kadeh Dynamite Shrimps bir de buz gibi bir Bomonti!" diyerek siparişimi tamamlamayı düşünüyorum. :) Böyle desem de ana yemek olarak söylediğimiz Mongolian Beef/Lamb'lerin de inanılmaz lezzetli olduğunu söylemeliyim. Tatlı yemedik ama Apple Crisp'in çok iyi olduğu kulağıma çalınanlar arasında. Burayı hâlâ denemediyseniz listenizin ilk sırasına almalısınız.Menü ve detaylı iletişim bilgileri için buraya tık tık.


21 Mayıs akşamı geleneksel CELO (Celalettin Sayhan İlkokulu arkadaşları :) ) buluşmalarımızdan birini gerçekleştirdik ama bu kez son dakikada verdiğimiz iki fire ile altı değil dört kişi buluşabildik. Ben, Çiğdem, Hasan ve Hakan. Olsun, kalan sağlarla sohbet ve Mangerie'nin harika manzarası bizimdir! Tabi şarabımız, peynir ve şarküteri tabaklarımız, buğdaylı&karidesli kabak carpaccio salatamız da.:) Mangerie için ister web sayfalarına, ister benim eski yazılarıma, isterseniz de Instagram fotoğraflarına bakın ve mutlaka günün herhangi bir saatinde buranın tadını çıkarın. 


(Şimdi yine günümüze dönüyorum:)

Normalleşme çalışmalarım devam edecek. Sırada City's Mahalle'de katıldığım harika bir blogger etkinliği olacak. Ama bu demek değil ki ülkede olan bitenleri takip etmeyeceğim ve içimin acıması geçti. Asla! İçimi paramparça etse de, bilmek mutsuz etse de her türlü detayı takip etmeye, elimden gelen her türlü desteği vermeye devam edeceğim. "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!" diyorduk değil mi? Değişen bir şey olmadığına göre aynen devam!

İyi hafta sonları...


Ben Ethem Sarısülük


Ben Ethem Sarısülük
Silahım yoktu. 
Polis Ahmet Şahbaz tarafından başımdan vurularak öldürüldüm. 
Ve katilim serbest bırakıldı!

Katilim böyle ifade verdi: “Bir anda grubun içinde kaldım. Kaskımı ve copumu aldılar. Saldırıp tekmelemeye başladılar. Beni linç edip öldürmelerinden korktum. Kendimi korumak için havaya ateş açtım.

Oysa sonumu hepinizin gözleri önünde yaşadım:


Türk adaletinin (!) hiçbir vicdana, hiçbir insanlığa, akla, mantığa sığmayan bu kararıyla birlikte sonsuza dek katillerimin ve azmettiricilerinin gözlerinin içine gururla bakarak vicdanlarını sızlatmaya, kalplerini ağrıtmaya, kabusları olmaya devam edeceğim. Çünkü ben hiçbir zaman onlar gibi korkak ve onursuz davranmadım!

Yenilmezler! :)


Gezi Parkı cebren ve hile ile dağıtıldıktan sonra ne oldu bilin bakalım? Bütün #parklarbizim oldu. :) İnsanlar akşamları semt parklarında toplanıp demokrasinin en saf ve gerçek formunu yaşamaya başladılar. Buradan harika fikirler de çıkmaya başladı. Mesela dün Abbasağa'da "yaz tatilinde sahillere gitmek yerine Anadolu'ya gidip insanlara yaşananları anlatmak" önerisi konuşulmuş. "haksızlığa karşı çıkarken bile cinsiyetçi/ayrımcı bir dil kullanmamaya" vurgu yapılmış. Şu ana kadar yaşananlarla ilgili harika bir yorum da şu: "Biz maçın ilk yarısını kazandık. Hem de karşı takım çok sert oynarken ve hakem de onlardan yanayken." Bu forumlarda konuşulanların derleneceği bir blog ve Twitter hesabı da var artık.

Bu uyanış ve aydınlanma döneminde herkesin yapabileceği bir şey var. Ama en çok da bilmeye ve sorgulamaya ihtiyacımız var. Bilgi medya tarafından size sunulmuyorsa, sunan medya kanallarını bulmak ve Internet'i etkin bir şekilde kullanmak zorundasınız. Ondan sonra da dinlemeye, anlamaya, empatiye, sağduyuya ve çözümler üretmeye geçmeliyiz. Öyle her gün TV'ye çıkıp dediğim dedik demeçler vermekle,  biber gazı stoklarını tüketmekle, her on beş günde bir "4 ölü, 7822 yaralı, 11 göz kaybı, 6 kişi yoğun bakımda, 1000’e yakın gözaltı" gibi rakamlarla devam edemez bu iş. Eninde sonunda herkes insan olmayı ve özgür bireyler olarak birbirine saygı duyarak, birbirlerinin yaşam tarzlarına müdahale etmeden, bir arada yaşamayı öğrenecek. Gezi direnişinin henüz hayata geçememiş ama mutlaka geçeceğine inandığım ideal sonucu şimdiden hayırlı olsun diyorum. O sırada da insaniyetini kaybedecek kadar gözü dönmüş olanlara Allah akıl-fikir-insanlık versin dilerim.   

#duranadam

Gün geçmiyor ki gözlerim dolarak harika bir fikirle ortaya çıkan bir direnişçiyle daha tanışıyorum. Karşınızda #duranadam ! Akşam saat 20:30'dan beri hiçbir şey yapmadan (an itibariyle saat 00:00!) ve konuşmadan AKM'nin önünde bayrağımıza ve Atamız'a bakarak duruyor. 


Helal sana! İyi ki varsın!

Harika bir Mektup (Alıntı)


Internet'te dolanıyor, asıl sahibini bilmiyorum, ama kim yazdıysa ellerine sağlık, altına imzamı atarım! Daha güzel anlatılamazdı herhalde direnişin amacı ve birilerinin iddia ettiği gibi "benim yüzde ellim-senin yüzde ellin" meselesi olmadığı. Sizlerle de paylaşmak istedim... 

"Sevgili AKP’li kardeşim,

Bugün nihayet sizden bir ses duyabildik. Hayır Kazlıçeşme mitinginde duyduğumuz seslerden bahsetmiyorum. Direniş başladığından beri ilk defa bugün sokakta, mahallede sesinizi duydum. Facebookta paylaşımlarınızı gördüm. Kızgındınız. Günlerdir yaşananların sizi aşağıladığını düşünüyordunuz. Bugünkü miting, artık sesinizi çıkarmak için ideal zaman olduğunu söylüyordu size. Nihayet karşılaştık.

Fakat bizim derdimiz sizlerle değil. Bunu anlamanızı ne çok isterim. Derdimiz; topluca maruz kaldığımız, satın alınmış medya tarafından yaratılan bilgi kirliliğiyle, iktidarın yılardır yaptığı hala devam eden yolsuzluklarla, en mahremimize kadar hissettiğimiz dayatmalarla, hukuk devleti olma özelliğinin bizzat hükümet eliyle yok edilmesiyle, elinde su şişesi ve gaz maskesinden başka bir şey olmayan insanları yaralama, kör etme ve hatta öldürme insiyatifini yine bu halkın polisine verenlerle.

Bizde son 10 yılda bir şeyler birikti AKP’li arkadaşım. Biz de aşağılanmış hissediyoruz. Artık olan bitene ses çıkarmamak onursuzluk geliyor bize. Eğer gerçekten bu biriken öfke nasıl oluştu ve bu 3 ağaçtan başlayan eylem nasıl bu noktaya vardı merak ediyorsanız lütfen okumaya devam edin. İçinizden biri bile acaba dese kafidir.

Eşe dosta, akrabaya, yandaşa göz göre göre kazandırılan ihaleler yüzünden aşağılanmış hissediyoruz biz. Birilerini zengin etmek için parsel parsel satılıp, toplu konut ve avm çılgınlığına gark edilen ülkemiz için bunu hissediyoruz. Cezaevlerinde tecavüze uğrayan çocukların hayatını karartanları yargılamadıkları için, ufacık bir kız çocuğuna bir ilçenin tüm ileri gelenleri tecavüz ettikten sonra, n.ç.’yi tecavüzcülerini tahrik etmekle itham edip, suçluları ceza diye verdikleri 3-5 yılla neredeyse mükafatlandırdıkları için böyle hissediyoruz. Köylere HES’ler kurmaya kalkışıp; doğayı katlettikleri, orada yaşayan insanın sesini yok saydıkları için... Çok değil bundan iki sene önce yaşanmış Uludere katliamı için, orada ölen daha 14-15 yaşında Kürt çocuklar için… Seçilmiş vekilleri, kitap yazan gazetecileri, ordu mensuplarını ortaya karışık bir paket yaratıp ve hiç utanmadan bizzat belgeler üretip içeri alan, içeride kanser eden, bu insanlar ölürken bile iftiralar atmaktan çekinmeyen, AKP eliyle yaratılmış hukuk düzeni yüzünden böyle hissediyoruz. Son 10 yılda ÖSYM’nin yaptığı her türlü sınavda şaşkınlık içinde izlediğimiz, ardı ardına gerçekleşen kopya skandalları yüzünden aşağılanmış hissediyoruz. Hrant’ı katleden odağın, tetikçisinden ötesini kurcalamayan, bizzat karartan, araştırmaya kalkanı "terörist" ilan eden düzen yüzünden utanıyoruz. Biz artık hukukun bittiğini hissediyoruz. Son 10 yılda gözle görülür şekilde artmış kadın cinayetleri yüzünden, iş güvenliği olmadığı için madenlerde ölen işçiler yüzünden, kapatılan tiyatrolar sinemalar yüzünden, Reyhanlı yüzünden, her gün toplumun farklı kesimleri olarak maruz kaldığımız iktidar seviyesinden gelen hakaret dolu ifadeler yüzünden direniyoruz. Daha aklıma gelmeyen nicesi de vardır. 11 yıl, dile kolay, yaşarken zor.

Ben CHP’li değilim, BDP’li de değilim. Kürt değilim, Ermeni de değilim. Hiç bir partiyle bağım yok. Hayatımda hiçbir erkekten şiddet görmedim. Silivri’de yatan bir tane yakınım yoktur. Devlet ihalesine girip AKP yandaşlarına karşı ihale kaybeden tanıdığım da yok. HES kurmaya kalkıştıkları köyleri bir kere bile gidip gözlerimle göremedim, dere kenarında bir çay içmişliğim de yok. Kopya skandalları yaşanan sınavların hiç birinde katılımcı değildim. Maden işçisi de değilim. Ama bunlar beni tüketiyor. Bunlar Gezi’de direnenleri tüketiyor. Meydanda olanla, medyada duyduğumuz arasındaki uçurum kanı beynimize sıçratıyor. Biz istiyoruz ki siz de görün. Ne olup bittiğini görün artık.

Bu iktidarın başı yıllar yılı mağduru oynadı. Bizleri size dinsiz, din düşmanı olarak tanıttı. Sizin ibadetlerinizi özgürce yapabilmenizin garantörü olarak kendisini ve partisini gösterdi. Açın gözlerinizi etrafa bakın. Dünya değişti. Halk değişti. Gezi parkında namaz kılan Müslümanların başında, olası bir polis müdahelesi için bekleyenleri gördünüz mü siz? Ben gördüm. Başörtülü kızların özgürce üniversiteye girmesini, camilerinizin ilelebet sizlere ibadet hizmeti sunmasını, inancınız size bireysel olarak her ne emrediyosa bunu yerine getirebilmenizi, kendi davası gibi savunacak insanların olduğu bir ülkede yaşıyorsunuz, bunu görün artık. Bu yeni bir şey değil. Gezi’den önce de vardı. Başörtünüz yüzünden üniversiteye alınmadığınızda, sizlerin yanında protestoya katılanlara hiç baktınız mı? Sizce onların hepsi Müslüman mıydı?

Davos’ta sesini yükseltti, güya ülkeye prestij kazandırdı. Her bıçkın konuşmasında karizmasıyla kitleleri büyüledi. Peki sonrasında, İsrail’le iptal edilen herhangi bir ticari anlaşma gördünüz mü, okudunuz mu gazetelerde? Ülke büyüme içindeymiş. Kişi başına düşen milli gelir 10 500 dolar olmuş. Bugün öğrendim. Valla açıkçası bana 10 500 dolar düşmüyor. Size düşüyorsa bilemem. Aaa ama neydi, bir laf vardı? Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olması mıydı? Sakallı bir adam dile getirmişti sanki. Bir de istatistik diye bir bilim vardı. Hani mod, medyan, averaj. Belki bunlarla ilgilidir.

Gezi’ye ilk gelen ufak grubun tüm derdi ağaçtı, AKP’li arkadaşım. Ama ne zaman ki orada çadırda uyuyan insanlara saldırıldı, işte o noktada vicdan sahibi insanların kan beynine sıçradı. Çünkü kim olduklarını biliyorduk onların. Ağaç, çiçek, böcek diye gelip "bu ağacı kesme" diyen bir grup naif insan. İftira atsan atılmıyor, o derece. Ve artık birileri orada yeter dedi. "Yetti sizden çektiğimiz" dedi. İşte bu yüzden oradaki kalabalık bu kadar çok sesliydi. Dışarıdakiler bir süre orada ne olduğunu bu yüzden anlayamadı. Muhalefet partisinin işi desen çocuklar park’tan bağırdı: "CHP’li değiliz!" PKK demeye çalışanlar oldu, e ama ülkücüsü de oradaydı. Allah allah Fener taraftarı, Beşiktaş’ta en sıcak müdahelenin yaşandığı gün Çarşı'ya destek olmaya gelmişti formasıyla. E bu gay çocukla, türbanlı kız birlikte kandil simidi dağıtıyorlardı Gezi'de. Evet farkındayız, bir süre ne olup bittiğini iktidar çözemedi. Hatta büyük resim uzaktan daha iyi görünür belki diyerek baya bir uzaklaştı başbakanımız. Ama sen bu resmi anlayabilirsin AKP’li kardeşim. Aynı sıralarda okuduğum arkadaşım. Çünkü sen kibirden gözünü döndürecek bir koltukta oturmuyorsun. Sen hala beni anlayabilirsin. O yüzden lütfen biraz daha oku yazdıklarımı.

Bunlar olurken bizi asıl dehşete düşüren neydi biliyor musun? Medya, meydanları vermiyordu. Belki son 3 haftadır milyonuncuya penguen diyeceğiz ama evet medya, gün ortasında penguen belgeseli veriyordu. Başbakan, belki yıllardır özlemi çekilen o dayanışma ortamındaki her biri iş güç sahibi, okuyan, çalışan, düşünen insanlara çapulcular diyordu. Ona da eyvallah dedik. Çapulcuyuz. Gaz sıkıyorlardı, ona da tamam dedik. Biz de solüsyon hazırlayıp çıkarız sokaklara. Ama orada insanlar öldü AKP’li kardeşim. Direkt kapsüller insanlara nişan alındı. Sayısız kafa travması yaşandı. İnsanlar gözlerini kaybetti. Sakatlandılar. O da yetmedi, revire dönüştürülen otellere saldırdılar. Plastik mermiler kullanıldı. O otele saldırılan gün Gezi’de çocuklar için resim atölyesi vardı, biliyor musun? Bir sürü çocuk o gece annesini babasını bekledi tanımadığı insanların yanında, sürekli gaz atılan bir otel lobisinde. Peki medya ne diyordu? Marjinaller…Provokatörler…Cami’de içki içip, seks yapan direnişçiler…Müezzin hayır dedi, "çocuklar kanlar içinde sığındı, ne içkisi?" Adamı görevden aldılar doğruları söylediği, içinde Allah korkusu taşıdığı için.

Peki 4 tane sivil polise SDP bayrakları tutuşturup, polise Molotof attırdıkları sabahı biliyor musun? Kimsenin tanımadığı 4 adam peydah oldu bir sabah. Normalde tazyiğiyle insanı havada zıplatıp, kafa travması geçirten toma bunların ayaklarını serinletti. Bir saat meydanda karşılıklı oynadılar. Hiç biri yüzünü bile yıkayacak kadar ıslanmamıştır diyebiliriz. O buna iki Molotof attı, bu ona biraz su sıktı. Ne oluyor diye izledik. Meğer öğleden sonra yapacağı konuşmada “polisimize Molotof atan direnişçiler” demek istemiş canı, sizleri kışkırtmak için. Ondanmış bütün tiyatro. Vali’nin attığı yalanları yazmaya üşeniyorum. Merak eden “vali mutlu twitter yalan” yazarak son 20 günün dökümüne dilediği siteden ulaşabilir. Sonra, neymiş? Kamu malına zarar vermişiz. Onlar çiçek ekmiş, bizler ise Gezi’ye işemişiz. Bu 20 günde 4 insan öldü. Dört. Dört can. Gencecik. Sayısız yaralanma, sayısız gözaltı var. Yakınlarından günlerdir haber alamayan insanlar var. Sizce durum buyken kamu malı diyen, çiçek böcek diyen birinin vicdanından söz edebilir miyiz?

Bir diğer iddia, dış mihraklar tarafından finanse edildiğimiz, büyük bir komplonun oyuncuları olduğumuzdu. 1,5 yıldır planlanıyormuş bu olaylar. Valla eğer öyleyse baya gerizekalı bir kitle olduğumuzu itiraf etmek gerecek. Zira 1,5 yılda yaptığımız tüm hazırlık, talcidle suyu karıştırıp plastik fısfıslara doldurmakmış gibi duruyor ki bu kadarını sizler de bize reva görmezsiniz diye tahmin ediyorum.

Özetle demek istediğim şudur ki, biz size düşman, size kızgın değiliz. Derdimiz, sizlerle değil. Bizi yıllardır topluca uyutan medyayla, hukuku yerle yeksan kılan iktidarla, sürekli maruz kaldığımız yalan dolan, talanla. Evet kandırıldığınızı düşünüyoruz. Ama yalnız değilsiniz bu oyunda. Meydanlara çıkıp sesimizi yükseltmeye başlayana kadar ne kadar kandırıldığımızın bizler de farkında değildik. Herkes “ben de!” diye el etti uzaktan ve işte öylece aktık meydanlara."

Senin benim gibi bir Çapulcu'dan

11 Haziran 2013'ün Özeti Benim İçin Budur!

Vali'nin çiçekli, böcekli, ıhlamur kokulu mesajlarına rağmen sabah Taksim'de gaz bombaları ve TOMA'larla çekilen kaçıncı sınıf olduğunu bilmediğim absürt komedi filminin özeti budur. O kadar absürttü ki polisin "lütfen" diye uyarılar yaptığını falan gördük yandaş medya kanallarında! 


Aşağıda da Çağlayan Adliyesi'nden görüntüler var. Gözaltına alınanlarla ilgili son sayı 73'tü...

Avrupa'nın en büyük "Adalet" Sarayı burası. Boyutun değil işlevin önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz bu 5 dakikalık video sayesinde!

Ve ne yazık ki bunca provokasyon ve hukuksuzluğa rağmen (ki artık sanırım hepimiz biliyoruz arkasında kimlerin olduğunu)  oradaki flamalı/flamasız kardeşliğin bozulmadığını görmek paha biçilemez!


Akşam 19:00 tüm şehirler için yine #EylemVakti. #DirenGeziParki #DirenTürkiye #occupyGezi

17 Haziran 2013 tarihli ekleme:

Yukarıda yazdığım yazıdan sonra devran bir kez daha döndü tabi. O akşam yine bin bir güvenceye rağmen Taksim'e ve her ne kadar yapılmadığı söylense de Gezi'ye saldırıldı. Ama direniş kırılamadı. Ertesi sabah biz buralardan uzaklaştık ve 16 Haziran gecesi döndük. O hafta sonu ülkede yaşananlar ise kocaman bir karanlıktı! Uzaklarda olsak da fırsat bulduğumuz her an yaşananları takip ettik. Gözaltına alınan doktorları, Divan'a ve revirlere bile atılan gaz bombalarını, polis eşliğinde yürüyen eli satırlı, tekbir getiren sürüleri, bir yanda parayla toplanıp ellerine bayrak tutuşturularak miting alanlarına toplanan yandaşlar varken diğer yanda Taksim'e çıkan tüm yolların kapatılışını, plastik mermi yaralanmalarını, TOMA'lardaki suya eklenen kimyasaldan oluşan cilt yanıklarını, halkın emniyetini sağlamakla görevli polisin insanlıktan çıkarak çoluk çocuk demeden uyguladığı şiddeti, insanların yüzünden maskelerini çekerek gaz sıkmasını, adaletin artık içi boş bir kavram olduğunu, RTÜK'ün yayıncılık yapan tek tük kanallara yağdırdığı cezaları, bazı medya organlarının hâlâ yalakalıkta sınır tanımadığını, yurdumun onurlu insanlarının çektiği işkenceyi gördük. Bu dönem onurlu istifalar için de son günlerdi bana göre. Artık partiden ve düzenden bağımsız olarak şunu kesinlikle söyleyebilirim: bu insanlık ayıbına onay veren, onay vermese de emir kuluyum gibi bahanelerle suça ortak olan kimseyi insan olarak görmüyorum. Görmeyeceğim. Hangi partiden, meslekten, sosyal sınıftan olursan ol, sana saygı duymam, senin yorumunu dinleyebilmem için önce insan ol! 

Ders Niteliğindedir, İzleyin, İzlettirin



Bu konuşma bir ders, bir arşiv niteliğindedir. Yaklaşık 2 saat süren Red Hack'in bu konuşması sonrasında şimdiye kadar ne kadar çok şeye boyun eğmiş, ne kadar çok şeyi görmezden gelmişiz diye görüp yurt geneline yayılan Gezi Parkı direnişinin büyüklüğüne değil şimdiye kadar bunların hiçbirine karşı çıkmamış bizlere şaşırabilirsiniz. Güzel bir Türkçeyle konuşan kişinin üslubuna da hayran kalabilirsiniz. Siyaseten de beni  böyle temsil edecek birini arıyorum, bulursanız haber edin lütfen. (İzlemek değil, okumak istiyorum derseniz konuşmanın tamamı burada. Word'e alınca 22 sayfa eden bir başucu rehberi.) 

Halk TV'nin yaptığı bu yayın aynı zamanda bir yayıncılık dersidir. Umarım diğerleri de ders alır diyeceğim ama direnişin ne savaşa dönüşen orantısız şiddetin had safhada olduğu boyutunu ne de  her şehirde azalmaksızın her gün sokağa dökülen milyonları gösteren haber kanallarımızdan umudu keseli çok oldu. Halk güvenliği polisten, adaleti yargıdan, haber alma hak ve özgürlüğünü de medyadan beklemeyi bırakalı çok oldu zaten, değil mi? Bir tweet'imde yazdığım gibi "başıma bir şey gelirse beni Türk Çarşı'sına, Türk Red Hack'ine ve yabancı basına emanet ediniz!"

Neyse.. İyi ki varsınız Red Hack
Ve vasiyetiniz emanetimizdir! 


Gördüm - Bir Gezi Parkı Direnişi


Tüylerim diken diken gördüm, görüyorum. Artık #direngeziparki değil #direntürkiye biliyorsunuz, çünkü  Ankara, İzmir ve Adana dışında Kayseri'den Rize'ye Dersim'e kadar Türkiye'nin pek çok noktasında insanlar özgürlüklerine sahip çıkmak için sokağa döküldüler. Her gün öğlen Kanyon'da ve İstinye Park'ta bile alkışlama eylemi var, ne diyorsunuz siz?! 

Neyse, Gezi Parkı'ndaki kalabalık artık bir semboldür. Oradaki özgür, paylaşımcı ve eğlenceli havaya bakıp da olaylar duruldu sanılmamalıdır. NTV ve CNNTürk'e bakıp da medya haber veriyor da sanılmamalıdır. Zira dün akşam Ankara'da şimdiye kadar görülmemiş şiddette bir polis müdahalesi ve Rize'de provokasyon sonucu ciddi bir olay yaşandı ve hiçbirimiz olayları yaşandığı anda ya da sonrasında detaylı olarak medyada göremedik. Baş belası Twitter'a ve Halk TV'ye devam yani. 

Gezi'ye giderken de eli boş gitmeyelim derim. Kütüphanesi bile olan ütopik bir dünya orası. Yeme-içme-sağlık hizmetleri bedava, senfoni orkestrası müzikleri, yoga dersleri var.:) O yüzden herkes elinden geldiğince işe yarayabileceğini düşündüğü malzemeleri götürürse daha güzel bir dayanışma örneği sergilemiş oluruz. Bu aralar yağmur yağdığını ve havanın serin olduğunu düşünerek ona uygun şeyler götürebiliriz mesela: yağmurluk, battaniye, polar sweatshirtler, çoraplar, vs gibi. Su ve meyve suyu, paketli enerji veren gıdalar olabilir. Arkadaşlarımdan biri harika bir fikirle yola düşerek dün üç adet kettle götürdü oraya. Seyyar çay-kahve tezgahları sürekli orada olmadıkları için sabaha kadar üşüyenlere iyi gelebileceğini düşündü. Kısaca harekete geçirin bakalım dayanışma ruhunu, sizden neler çıkacak. İhtiyaç listeleri için Ayağa Kalk Taksim ve Taksim Dayanışması Twitter ve Facebook hesaplarını takip edebilirsiniz. 



Not: Bu kadar kendiliğinden oluşan bir direnişin tam 10. gününde, diğer şehirlerde ortalık  savaş alanıyken, başından beri orada olmayan anlamsız birtakım isimlerin sahneye çıkmasının planlandığı bir konser saçmalıktı ve bu saçmalıktan da vazgeçildi neyse ki. Ayrıca dün de Gezi'de Kandil kutlandı, dualar okundu ve park alanında içki içilmedi. 

Diyorum size, Gezi Parkı ütopik bir dünya. Akşam orada olanlarla görüşürüz! Bu sefer şarkımız Everyday I'm Çapuling! :)

#direngeziparki #occupygezi 


#DirenGeziParkı

Son bir haftadır yaşananlar inanılmaz ülkemde! Parkta oturup gitar çalarak, kitaplar okuyarak Taksim'de kalan son nefes alma alanı olan ağaçların sökülmesini son derece akıllıca ve barışçıl bir şekilde protesto eden insanlara karşı savaş açan bir devletin vatandaşıyım ben. Ama devletten utanç duysam da sokağa dökülen milletin bir parçası olmaktan büyük bir gurur duyuyorum. Ben yüce bir ruhun bir parçasıyım. Bir ağaca zarar gelmesin diye bir köşkü yerinden eden en çılgın Türk'ün çocuğuyum. 

Bu eylemlerin oradaki ağaçların gecenin bir yarısında sökülmeye kalkılmasıyla ilgili olarak böyle başladığını unutmayalım:


Sonra hiç de mertçe olmayan bir şekilde bu insanların çadırları sabaha karşı yakıldı, uyurlarken gaza boğuldular ve hiç hak etmedikleri sert bir muameleye maruz kaldılar. Çünkü Hünkar "ne yaparsanız yapın Gezi Parkı yıkılacak" buyurmuştu.


Sonrasında da olanlar oldu. 7'den 70'e, her siyasi görüşten her çeşit insan sokağa döküldü. Geçen hafta Perşembe akşamı Gezi Parkı'nda müthiş güzel bir ortam vardı. Pırıl pırıl bir insan topluluğu festival havasında parka sahip çıkmaya gelmişti. Sanatçılar, öğrenciler, muhafazakar gruplar, yaşlı teyzeler-amcalar, bizler... Okan Bayülgen'in orada toplananlara kitap okuduğu bir eylemdi bu, düşünsenize. Bu kadar medeni bir şekilde demokratik haklarını kullanarak bir şehir güzelliğini korumaya çalışan insanlar topluluğu.


Ama ne yapıldı? O gün sabaha karşı yine savaş açılırcasına o insanlara saldırıldı. Çocuğunun Höt deyince susmasını bekleyen, olmadı iki de sopa atar sustururum diyen Devlet Baba günlerce çocuğuna şiddet uyguladı! Orantısız bir güçle halkına savaş açtı. Neredeyse aralıksız 48 saat boyunca İstanbul'da terör estirdi. Tomalar, gaz bombaları, sokak arasında kıstırmalar, kadın-çocuk-yaşlı demeden gösterilen şiddet, apartmanların içlerine bile atılan biber gazı, gözaltılar. Olacak iş değildi. İşler çığırından çıktı. Ve ortalık savaş alanına dönmesine rağmen kalabalık hiç azalmadığı gibi giderek arttı. Cuma akşamı o savaş alanının Gümüşsuyu ayağındaydık. İki ileri, bir gaz yiyip geri derken İstiklal Caddesi'ne çıkmak mümkün olamadı. Bu güne ait çok fazla görüntü yok tabi. O hengamede fotoğraf, video çekmeyi düşünemiyor insan. Gerçi tüm sokağın RTE'ye sevgilerini (!) gönderdiği bir video kaydı var ama onu burada paylaşmayayım yine de. BBC ile paylaştım, bence yeterli.:)

Direnişin ilk gününden bu yana en etkili kareleri bulabileceğiniz sayfalardan biri de burası:

http://occupygezipics.tumblr.com/

Baktık açıklamalar aynı sorumsuzlukla devam ediyor Cumartesi günü karşı taraftan gelen Tolga ve Çağla ile birlikte dört kişi olarak düştük bu kez yollara. Coşkulu bir kalabalıkla Gayrettepe'den Taksim'e kadar yürüdük. Meydan'ın coşkusunu, İstiklal'in savaş sonrası halini gördük hep bir ağızdan şarkılar söyleyen yüz binlerle birlikte. Sonra bu uyandırma zili Gezi Parkı'na geldik hep birlikte. Bu kalabalık coşkunun nedeni polisin meydandan çekilmiş olmasıydı. Sabah özellikle Cihangir, Sıraselviler, Tünel tarafını gaza boğan polis ne olduysa öğleden sonra çekildi. Ve polis yokken şiddet de yoktu! Ve biz gece Harbiye üzerinden yürüyerek yine Gayrettepe'ye dönerken ılımlı bir adım atıldı ve çatışmalar bitti sanıyorduk. Ha, niye mi tüm İstanbul'u yürüdük? Çünkü demokratik eylem yapma hakkımız hizmet verdirilmeyen ulaşım araçları ile de kısıtlanmaya çalışıyordu. Ne metrobüs, ne metro, ne otobüs, hiçbir şey çalışmıyordu o yöne. Ama elbette bu engel değildi. Yeri geldiğinde köprüleri yürüyerek aştı insanlar, n'apalım tüm İstanbul'u yürürüz gerekirse! Ha, bir de meydanda iletişim hakkımız da engelleniyordu. Bu da ileri demokrasilerde olan bir şey biliyorsunuz!


Şenlik havasında eve dönüp de haberlere baktığımızda gördük ki Beşiktaş başta olmak üzere yurdun pek çok yerinde inanılmaz sert çatışmalar yaşanıyor.Ve Pazar gününü de hepiniz biliyorsunuz: Adana, Ankara, İzmir ve Beşiktaş'tan bir sürü korku filmi gibi polis terörü örnekleri gördük. Peki bunları nereden gördük? Elbette RTE'nin "baş belası" olarak adlandırdığı Twitter'dan ve sağ olsun var olsun sabah 4'lere kadar başından kalkmadan izlediğimiz Halk TV'den! Diğer kanallarda penguenlerin hayatı, evlilik programları, Survivor gibi çok daha önemli yayınlar vardı ve günlerce sıra gelmedi Gezi Parkı'nın haber olmasına! Olsun, herkesin ne olduğunu anlamış olduk bu sayede.

Son günlerde olanlar akıl alır gibi değil. Halka yapılan saygısızlık diz boyu. Son bir haftadır her türlü değerimize saygısızlık yapıldı. Bizlere tweet atan densizler dendi. Marjinal gruplar, aşırı uçlar dendi. Çapulcular dendi. Ayyaşlar dendi. Dendi de dendi. Biz bunların hiçbiri değiliz, kim tarafından nasıl göründüğümüz de umurumuzda değil! Her gün sabahtan akşama orada olamasak da bizler bu özgürlüğümüze sahip çıkma eylemlerine elimizden geldiğince destek verdik ve vermeye devam edeceğiz.

Bugün bile neredeyse bir haftadır böyle korkunç olaylar yaşanmaktayken hâlâ "evde zor tuttuğumuz bir %50 var" gibi kışkırtıcı ve tehditkar bir açıklamayla dediğim dedik tavrını sürdüren bir başbakanımız olduğu için utanıyorum. O %50'nin içinden de bu eyleme destek olan çok sayıda insan olduğuna eminim. Bunun siyasi partilerle değil tavırla ilgili bir durum olduğunu anlaması gerekenler dışında herkes anladı. ve ben yaşanan tüm üzücü olaylara, hukuksuzluğa ve gözü dönmüş şiddet ortamına rağmen uzun zamandan beri ilk kez umutla doldum. Harika bir bütün olduğumuzu hatırladım. Bölünmüş gibi, takmaz gibi, duyarsız gibi görünen ve artık "bizden bir halt olmaz" diye düşündüğüm koca bir topluluğun her şeyin farkında ve gayet duyarlı olduğunu gördüm. Dayanışmayı, birlik duygumuzu, birbirimize bağlılığımızı ve sevgimizi gördüm. Hormonları sapıtmış hamile kadınlar gibi her okuduğum dayanışma hikayesine, her gördüğüm fotoğrafa, her tencere-tava sesine ağlar oldum. Ruhen ve fiziksel olarak çok gerildim son bir haftada ama artık o kadar umutlu ve gururluyum ki kaslarımın ve başımın ağrısı bile bana çok güzel geliyor. Bu kadar sevgi ve yaratıcılık örnekleriyle dolu bir  baskı ve şiddete karşı direnişin bir parçası olduğum için çok mutluyum. Ve bu süreçte korkunun değil umudun bir parçası olduğum için de vicdanım rahat ve huzurluyum. Siz bakmayın bölücü söylemlere, yüzdelere falan. Biz her zaman bölünmez bir bütünüz ve hepimizin içinde o çılgın Türk ruhu var!

Ve elbette daha hiçbir şey bitmiş değil. Bu gidişle bitecek ya da durulacak gibi de değil. Daha bu konuda yazılması gereken çok şey var. Ayrıca bir an önce güzel bir arşiv sitesi de oluşturulmalı. Çünkü 31 Mayıs 2013'ten itibaren şanlı tarihimize eklenecek önemli şeyler yaşanmaya başladı. Çok etkileyici fotoğraflar, yazılar ve videolar var derlenmesi gereken. Ama bunlar sonraki işler elbette.

Önce öğrencisiyle, işçisiyle, avukatıyla, doktoruyla, öğretmeniyle, iş adamıyla, işsiziyle, sanatçısıyla, çoluğu çocuğu genci yaşlısıyla, GS'lisi-FB'lisi-BJK'lısıyla (elbette Çarşı'nın hastasıyız! :)), kadınıyla erkeğiyle omuz omuza #DİRENTÜRKİYEM !

Ve tabi bunları unutmadan:



Ve Duman'ın adeta direniş marşı haline gelen şarkısı eşliğinde: