Cuma günü öğlen Beşiktaş'a gitmek üzere evden çıktım. Halletmem gereken birkaç iş vardı. O sırada arayan kocacığımın öğle yemeği davetini de kabul edip, yemek yemesem de bir kadeh şarapla eşlik ettim ona
Akaretler'deki
Caffe D'Alfredo'da. Öğle yemekleri ya da kız kıza makarna&şarap için çok uygun bir yer olan mekanla ilgili daha detaylı bilgi için
buraya buyrun. Makarnalarının süper olduğunu
İso'cumdan duydum, o yüzden teşekkürler bana, eleştiriler
İso'cuma yöneltilirse sevinirim. :) Bu keyifli molanın ardından ayrıldık; ben pasaja,
İso işe. Ya da ben öyle sanıyordum. Çünkü daha aradan bir saat geçmeden
İso'cum bu kez de beni ara sokaklardaki nargile kafelerden birine çağırdı. Anlaşılan çok yoğun olmasını beklediği bir günün tüm toplantıları iptal edilince o da light bir Cuma geçirmeye karar vermişti. Ve bu light Cuma'ya beni de dahil etti. Hava güzel, günlerden Cuma, kocamla felekten bir iş gününün birkaç saatini çalmışız, var mı daha güzel bir sefa? Nargilemizi de tüttürdükten sonra akşam üstü ayrılırken hem açık havadan hem şaraptan hem de nargileden dolayı harika bir modda eve geldim. Gerçi yaklaşık üç saat sonra yeniden buluştuk ve bu kez
Astoria Num Num'a gittik. Saat 22.00 seansı için
Kaybedenler Kulübü'ne yerimizi ayırtmıştık. Haliyle sinema öncesinde
Num Num'a uğramazsak bize küsebilirler diye düşündük. Ve beklenen an geldi! Film başladı...
Bana göre
Kaybedenler Kulübü kimi zaman iç burkan bir yalnızlığın, ama yalnızlıktan korkmayanların, yalnızlığa karşı cesur ve özgün bir duruş sergileyebilen özgür ruhların filmi. Yaşamı bir hobi gibi yaşayanların, büyük çoğunluğun girdiği o rutin düzen ve başarı yarışına karşı direnenlerin filmi. Çok farklı insanları birbirine bağlayan bir doğallığın, içtenliğin ve hoşgörünün filmi. Her şeyle dalga geçebilmenin filmi. Ve elbette bir
Kadıköy filmi. Maddi kaygılardan bağımsız olarak manevi açıdan kendilerini tatmin eden işler yapan
Kaan (Nejat İşler) ve
Mete (Yiğit Özşener) adlı iki özgür ve serseri tipin hikayesi. Ve bu tipler tamamen gerçek tipler! 90'lı yıllarda
Kent FM'de yayınlanan
Kaybedenler Kulübü adlı kült programlarını "içki sofrasından yayın" tadında sunan ve sohbetlerinden seks, argo ve "bar filozofluğu" eksik olmayan ve istedikleri zaman yayın yapıp, istedikleri zaman sekiz ay gibi uzun bir süre yayına ara veren ve çok büyük bir dinleyici kitlesine ulaşan iki radyo programcısının öyküsü.
Kaan, çok-az-satan ama çok değerli kitaplar basan bir yayınevinin sahibidir. Fotoğraflar çeker ve
Mete ile birlikte radyo programı yapar. Gerçek yaşamda da kitaplarla haşır neşir olmayı seven ve "kim ne der?" kaygısı olmaksızın kendi hayatını yaşamayı başarıyormuş gibi görünen
Nejat İşler'in
Kaan rolüne cuk oturmuş olduğunu düşünüyorum.
Kadıköy'de bar işleten, plak koleksiyoneri olan ve
Kaan'la radyo programı yapan
Mete rolündeki
Yiğit Özşener de çok başarılıydı. Bir de
Mete'nin annesi rolünde kısacık izlediğimiz
Serra Yılmaz vardı ki bence her eve lazım bir anneydi. Kim bedeller ödemesi gerekmiş olsa bile hayatını hep istediği gibi yaşamış bir anneyle karşılıklı oturup da bir kadeh viski eşliğinde hayattan ve plaklardan konuşmak istemez ki?
Kaan ve
Mete'nin bir de ev arkadaşları
Murat vardır. O da "kaybedenler kulübü" ekolünden bir çevirmendir.
Rıza Kocaoğlu, genellikle tüm gün oturduğu koltuktan kalkmadan aslanların çiftleşmesini izleyen (ve
Kaan ve
Mete'nin eve attığı kızlarla sevişirlerken çıkardıkları inlemeleri dinleyen)
Murat rolüyle her zamanki gibi süperdi. Peki,
Ahu Türkpençe nerede diye soracak olursanız o da
Zeynep adında başarılı bir mimarı canlandırıyor. Yani
"normal sınırlar içinde" yaşayanlardan. "Çok kadın hiç kadındır" yaşamının içinde
Kaan'ı kendine sırılsıklam aşık eden bir "normal."
Kaan ve
Mete'nin radyo programlarını hiç dinlememiş olduğum için filmin başarılı bir uyarlama olup olmadığını söyleyemem. (Ama 1999'dan bu yana ekşisözlük'te yazılmış
Kaan&Mete diyaloglarına ve Internet araştırmalarıma göre galiba o iki karakteri çok başarılı bir şekilde yansıtabilmiş
Tolga Örnek ve ekibi.) Gerçek
Kaan ve
Mete'yi bilmeyen bizler bile bu kadar keyif aldıysak, o dönemlerde onların dinleyicisi olanların filmi izlerken neler hissedeceklerini çok merak ediyorum. Ayrıca filmin DVD'sini de çok merak ediyorum ve çıkar çıkmaz alacağım, çünkü hem arşivde olsun istiyorum hem de kırpılmamış halini merak ediyorum! Ama bence bu haliyle de hiç fena değildi. Yaşasın
Nejat İşler ve
Ahu Türkpençe gibi sanatçılar diyorum! :) Bir de merak değil ama endişe duyduğum bir nokta var: radyolarda çakma
Kaan&Mete ikililerinin çıkması! Bu ihtimal filmden çıktığım andan itibaren uykularımı bile kaçırtabilecek kadar feci şekilde ben korkutmaya devam ediyor. Zira çakmalarının diş ağrısından beter bir ıstırap olabileceğini düşünüyorum!
Son olarak hani bundan önceki yazımdaki filmle ilgili
"bağımsız Avrupa sineması çok hoşuma gidiyor" demiştim ya, işte bu Türk filminden de aynı doğal tadı aldığımı söyleyebilirim. Oyuncularıyla, senaryosuyla, ilham veren gerçek karakterleriyle, yönetmeniyle, her şeyiyle kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Benim tüm zamanların en favorileri listemdeki yerini çoktan aldı bile.
"...bu akşamki programı da hayatı ve kadınları hala daha öğrenmekte olduğumuz Kadıköy sokaklarına, Montana çetesine, şehrin tüm kötü çocuklarına, Hüseyin Usta'ya, dilemmaya, evinde en az bir tane Rolling Stones plağı bulunduran birkaç nadir kadına adıyoruz. Takdir edersiniz ki bizim de her 15 yaşını geçmiş sağlıklı bir erkek gibi seks hayatımız var, iyi geceler sayın kaybedenler..."
Ve
kapanış şarkımız da gelsin.
İyi seyirler hepinize.